28 Kasım 2015 Cumartesi

MİNNET DUYMAK VE MUTLAKİYET

ıstırap ve mutluluk anları
yürüyor çatımda.

kedi geçiyor yanımdan
her şeyi bilirmiş gibi görünerek.

bir gladyatörün talihinden
daha iyiydi talihim, diye düşünüyorum,
ama ondan da emin değilim.

bir çok kadın tarafından sevildim,
hayatı sırtında bir kambur gibi taşıyan biri için
talih sayılır.

saçlarımda gezinen bütün o parmaklar,
beni bağrına basan bütün o kollar,
yatak odamın halısına
umursamazlıkla fırlatılmış bütün o
ayakkabılar.

belleğime o kadar çok
arayış içinde yürek kazındı ki
anımsayarak gideceğim
ölümüme.

hak ettiğimden daha iyi muamele
gördüm-
genel hayattan değil,
olayların mekaniğinden de değil,
ama kadınlardan.

beni banyoda tek başıma
iki büklüm, ellerim
karnımda,
neden neden neden neden neden neden neden?
diye düşünürken
terk edip gidenler de oldu.

domuzdan farkı olmayan erkekleri seçer kadınlar,
ruhları ölü erkekleri,
kötü düzüşen erkekleri,
gölgeden farksız erkekleri,
çünkü
olayların
akışına uymak
zorundadırlar.

doğal seçimleri değildir bu,
ama genellikle
bir karmaşa ve şaşkınlık
durumunda yaparlar
seçimlerini.

bir dokunuşla insani ihya edebilir
ya da dokundukları her şeyi öldürebilirler ve
ben ölüyorum,
ama henüz
ölmedim.



- ( Kimse Bilmez Ne Çektiğimi ; S: 24 )

HER ŞEYİN ANLAMI

soğuk köpeklerin ve
demiryollarının yakınında doğmuşum.
yitiklerle yaşamaya 
doğmuşum.

hayatın tasarlayabileceği
her şeyden daha
çirkin yüzlerin arasında 
doğmuşum.

7 numaralı atın
öğleden sonra
3:42' de
bacağını kırdığını tanık olmaya
doğmuşum.

bir kadın daha kaybetmeye
doğmuşum-
elbiselerini dolapta değil,
firketelerini
losyonlarını
rujunu
ve küpelerini
bırakmış ardında.

bir bacak üstünde dans etmeye
doğmuşum.

öylece oturup sinekleri,
kurbağaları
ve karafatmaları seyretmeye
doğmuşum.

ton balığı konservesinin
kenarlarında parmaklarımı
kesmeye doğmuşum.

göbeğimi iki kat
yürümeye
doğmuşum.

tekrar,
tekrar,
tekrar,
doğmuşum.

- ( Bir Tek Ben miyim Böyle Yaşayan; S: 163 )

SALDIRI

berbat durumdayım. burada, hemşirelerin,
deneysel sinemacıların, güneşin
altındaki sıcak ve acılı ağaçların yaşamlarını
sürdürdükleri Hollywood' un DeLongpre Bulvarı'nda
ruhumun bütünlüğünü koruyamıyorum.

burada, penceremin önünden
Yaşlılar Evi'nden tekerlekli
koltukların geçtiği
bu evde.

daha ne kadar Chinaski?
daha kaç aşk vurulacak gökyüzünden?
daha kaç kadın?
daha kaç gün ve yıl?

acı yürüyor bu odanın gölgelerinde.
kollarımda hissediyorum,
ucuz havalandırma cihazının takırtısında.

bazı şeyleri hatırlayıp odada volta
atmaya başlıyorum, bir aşağı bir yukarı,
elimde değil, duramıyorum,
bir aşağı bir yukarı.

yalnız kalmaktan hoşnut biriydim eskiden.
şimdi yıkıldı duvarlarım,
her şeyin kenarları var.

ellerine geçirdiklerinde beni -aklını kaçırmış, kapana kısılmış,
kendi içimden çıkardılar beni.
çalışıyorlar üzerimde.
Saldırı hiddetli, kesintisiz
ve sessiz.

nehirler bentlerin üzerinden akıyorlar.
yanık kaşar peyniri gibi bir kokusu var güneşin.
on binlerce yüz, bulvarda.
varlıkları benimle tamamen ilintisiz
insanlarla birlikte yaşıyorum.

volta atıp duruyorum odada.
soluk soluğa.

acıma bir ad taktım.
"Saldırı" koydum adını.

Saldır, diyorum, lütfen dışarı çıkıp
beni rahat bırakır mısın?
lütfen yürüyüşe çıkıp
bir trenin altında kal.

dostlarım beni çok şakacı buluyorlar.
Chinaski'den söz et bize, diyorlar sevgilime.

Oo, diyor sevgilim, kocaman koltuğuna
oturup inliyor.

gülüyor dostlarım.
insanları güldürürüm ben.

Saldırı, diyorum, bir şey yemek ister misin?
bir zamanlar yarış atı mıydın sen?
neden
uyumuyorsun?
neden biraz
dinlenmiyorsun?

saldırı da yürüyor benimle odada,
omuzlarıma sıçrayıp beni sarsıyor.

Lorca yolunda vurulmuştu,
ama burada, Amerika'da kimseyi
kızdırmaz şairler.
kumar oynamazlar.

poliklinik kokar onların şiirleri.
insanların yaşamaktansa ölmeyi
yeğledikleri bir poliklinik
gibi.

burada şairleri vurmazlar.

şairlerin farkında bile değiller.

gazete satın almak için
sokağa çıkıyorum.
Saldırı peşimden geliyor.

harikulade bir genç kızın yanından geçiyoruz.
gözlerine bakıyorum. o da benim
gözlerime bakıyor.
ona sahip olamazsın, diyor Saldırı, yaşlı bir
adamsın sen, yaşlı ve kaçık.

yaşımın farkındayım, diyorum saygınlığımı takınarak.

evet, ölümün de farkındasın.
öleceksin ve nereye gideceğini bilmiyorsun,
ama ben de seninle geleceğim.

seni aşağılık orospu çocuğu, diyorum, neden
bu kadar düşkünsün buna?

aa, yoldaşım!
birlikte yıkanıyoruz, birlikte yiyoruz, mektuplarını
birlikte açıyoruz.
birlikte şiir yazıyoruz.
birlikte şiir okuyoruz.

Chinaski miyim, Saldırı mı,
emin olamıyorum.

kimi acımı sevdiğimi söyler.

evet, o kadar çok seviyorum ki onu
kırmızı kurdeleyle, kanlı bir kırmızı
kurdeleyle bağlanmış olarak
size hediye ediyorum,
sizin,
hepsi sizin.
onu hiç özlemeyeceğim.
başımdan def etmek için çaba sarf ediyorum, inanın.

posta kutunuza sıkıştırabilir
ya da arabanızın arka koltuğuna fırlatabilirim.

ama şimdi,
burada, DeLongpre Bulvarı'nda
birbirimize mahkumuz.

- ( Bir Tek Ben miyim Böyle Yaşayan; S: 137/138/139/140/141 )

ŞU AN

maskaralık bu, büyük oyuncular, büyük şairler, büyük
devlet adamları, büyük ressamlar, büyük besteciler,
büyük aşklar,
maskaralık, maskaralık, maskaralık,
tarih ve tarihin kaydı,
unut gitsin, unut gitsin.

tekrar başlamalısın.
at her şeyi.
hepsini fırlat.

şu anla yalnızsın.

tırnaklarına bak.
burnuna dokun.

gün sana doğru
savuruyor
kendini.

- ( Bir Tek Ben miyim Böyle Yaşayan; S: 119 )

SAATİ KUR

ağır bir geceye doğru ilerleyen ağır bir gün.
ne yaparsan yap
her şey olduğu gibi kalıyor.
kediler uyukluyor, köpekler
havlamıyor,
ağır bir geceye doğru ilerleyen ağır bir gün.
ölen bir şey bile yok.
ağır bir geceye doğru ilerleyen ağır bir günde
bir bekleyiş.
su borularından akan su sesi bile duyulmuyor.
duvarlar öylece duruyor,
kapılar açılmıyor.
ağır bir geceye doğru ilerleyen ağır bir gün.
yağmur dindi,
bir siren sesi bile yok,
kol saatinin pili bitmiş,
çakmağın gazı tükenmiş,
ağır bir geceye doğru ilerleyen ağır bir gün,
bir bekleyiş daha ağır bir geceye doğru
ilerleyen ağır bir günde
yarın asla gelmeyecekmiş gibi
ve geldiğinde
aynı lanet şey olacak.

- ( Bir Tek Ben miyim Böyle Yaşayan; S: 81 )