açlıktan ölüyor, zamanımı barlarda geçiriyordum,
ve yürüyordum geceleri,
saatlerce,
ayışığı yapaymış gibi gelirdi
bana, öyleydi belki de,
ve Fransız Kesimi'nde geçen faytonları
seyrederdim, üstü açık arabada
herkes dimdik, zenci sürücü ve
arkada bir kadınla bir erkek,
genellikle genç ve beyaz.
ben beyazdım hep.
ve dünyanın beni mest ettiği
söylenemezdi.
gizlenecek bir yerdi
New Orleans.
hayatımı rahatsız edilmeden
boşa harcayabilirdim
sıçanları saymazsak.
küçük ve karanlık odamdaki
sıçanlar hiç memnun kalmazlardı
odayı benimle paylaşmaktan.
iri ve korkusuzdular
göz kırpmayan
bir ölümden söz ederdi
bana diktikleri
gözleri.
kadınlar menzilimin dışındaydılar.
bir zavallı görüyorlardı
bana baktıklarında.
benden biraz daha yaşlı
bir garson vardı, kahvemi
getirdiğinde hafifçe gülümser,
masamda oyalanırdı.
bu bana yeterdi, yeter de
artardı.
o kentle ilgili bir şey
vardı ama: başkalarının
bu kadar ihtiyaç duyduğu
şeylere bu kadar kayıtsız olduğum
için suçlu hissettirmedi
kendimi bana.
rahat bıraktı.
ışıkları söndürür
yatağıma otururdum ve
dışarıdaki sesleri dinleyerek
şişemi kaldırır
üzümün sıcaklığının içime teneffüs
etmesine izin verirken
sıçanları yeğlerdim
insanlara.
kaybolmak,
delirmek,
o kadar da kötü
değildir
öyleysen:
kayıtsız.
New Orleans bu fırsatı tanıdı
bana.
kimse adımla seslenmedi
bana orada.
telefon yoktu,
iş yoktu,
hiçbir şey
yoktu.
ben
fareler
ve gençliğim,
bir zamanlar
hiçliğin içinde bile
yapılacak değil
sadece bilinecek bir şeyin
kutlanışı olduğunu
biliyordum.
- ( Gülün Gölgesinde ; S: 124/ 125 / 126 )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder