23 Ekim 2014 Perşembe

ALIŞILAGELMİŞ SON

   Erkekler futbol seyreder, bira içip bowling oynarken onlar, kadınlar, bizim hakkımızda düşünüyor, bizi inceliyor, karar vermeye çalışıyorlardı -bizi bıraksalar mı, atsalar mı, değiştirseler mi, öldürseler mi, yoksa sadece terk mi etseler? Uzun vadede fark etmiyordu; ne yaparlarsa yapsınlar yalnızlık ve delilikti sonumuz.

 - KADINLAR ( SAYFA: 261 )

KISIR DÖNGÜ

   Bir bardak şarap daha içtim. Güzel bir bahar temizliği yapmaya niyetlenmiş, ama başaramamıştım. Giderek daha kötü hissediyordum kendimi. Bunalım ve intihar kötü beslenmenin bir sonucudur genellikle. Son zamanlarda iyi besleniyordum ama. Eski günleri düşündüm, günde bir parça çikolatayla beslendiğim, Atlantic Monthly ve Harper's'a elle yazılmış öyküler yolladığım günleri. Yemekten başka bir şey düşünemezdim. Vücut beslenmeyince, zihin de aç kalıyordu. Ama son zamanlarda fevkalade besleniyor, çok güzel şaraplar içiyordum. Bu da düşüncelerimin doğru olduğunu kanıtlıyordu. Herkes kendinin özel, ayrıcalıklı, müstesna olduğunu düşünüyordu. Balkonundaki saksıları sulayan kocakarı bile. Ben müstesna olduğumu düşünüyordum çünkü elli yaşında fabrikalardan çıkıp şair olmuştum. İyi bok yemiştim! Çaresizlik içinde olduğum günlerde patronlar ve müdürler nasıl üzerime işemişse, şimdi de ben herkesin üzerine işiyordum. Aynı kapıya çıkıyordu. Kıytırık bir ün sahibi, köküne kadar çürümüş götün tekiydim.

- KADINLAR ( SAYFA: 259 )

22 Ekim 2014 Çarşamba

KADINLAR

   Ayrılıkları düşündüm, ne kadar zor olduklarını, ama bir kadından ayrılmadan başka bir kadınla ilişkiye giremiyordun. Kadınları gerçekten tanımak, içlerine nüfuz etmek için onların tadına bakmak gerekiyordu. Erkeği kafamda tasarlayabiliyordum, çünkü ben de erkektim; ama kadınları yeterince tanımadığım için onlar hakkında yazamıyordum. Bu yüzden onları elimden geldiğince araştırıyor, içlerinde insani şeyler keşfediyordum. Yazma faslı unutulmalıydı. Yaşanan tamamlanmadan hakkında yazmak yazıyı yaşananın gölgesinde bırakmak demektir. Yazmak işin tortusuydu sadece. Bir erkeğin kendini hissedebileceği kadar sahici hissetmesi için bir kadın tanıması gerekmiyordu, ama bir kaç tane tanımanın da zararı yoktu. Böylece ilişki bittiğinde kendini gerçekten yalnız ve delirmek üzere hissetmenin ne olduğunu öğreniyor, sonun geldiğinde neyle yüzleşeceğine dair fikir sahibi oluyordun. 
   O kadar çok şey vardı ki beni duygulandıran; yatağın altında bir kadın ayakkabısı; etajerin üstünde unutulmuş saç tokası; "çişim geldi.." deyişleri; saç kurdeleleri; öğlenin bir buçuğunda onlarla çıkılan bulvar yürüyüşleri; içki, sigara ve muhabbet dolu o uzun geceler; tartışmalar, intiharlar; birlikte yiyip kendini iyi hissetmek; nerden geldiğini anlamadığın şakalar ve kahkahalar; havadaki mucize duygusu; arabayı park edip içinde  oturmak; sabahın üçünde eski sevgilileri kıyaslamak; anneler,çocuklar, kediler, köpekler; bazen ölüm ve bazen boşanma, ama hep sürdürerek, halletmeye çalışarak; bir sandviç büfesinde tek başına gazete okurken onun şimdi zeka seviyesi 95 olan bir dişçiyle evli olduğunu düşünüp efkarlanmak; hipodromlar; park gezintileri, piknikler; kodesler bile; onun sıkıcı arkadaşları; senin içkin, onun dansı, senin onu boynuzlaman, onun seni boynuzlaması; onun hapları, senin aldatmaların, onun aldatmaları; birlikte uyumak...
    Varılacak bir hüküm yoktu, bir seçim yapmak zorundaydın. İyiliğin ve kötülüğün ötesinde fikri teoride iyiydi, ama yaşamı sürdürmek için seçim yapmak zorundaydın; kimi diğerlerinden daha müşfikti, kimi seninle daha ilgili; bazen de dış görünüşü harikulade ama içi buz gibi olanlar da gerekebiliyordu; sırf eğlence olsun diye, iki paralık boktan filmler gibi. Daha müşfik olanlar daha iyi düzüşüyorlardı gerçekten; onlarla bir süre takıldıktan sonra gözüne harikulade görünmeye başlıyorlardı, çünkü harikuladeydiler gerçekten. Sara'yı düşündüm, o fazladan şey vardı onda. Şu lanet Drayer Baba* DUR levhasıyla karşımıza dikilmese her şey güllük gülistanlık olacaktı.

    * DRAYER BABA: Liza'nın inandığı dinin tanrısı. Ve Liza'nın inandığı bu dine göre evlendiğin insanla cinsel bir birliktelik yaşayabiliyordun. Bu durum da Buk'la Liza arasına cinsel açıdan engel koymaktaydı. 

 - KADINLAR ( SAYFA: 245/246 )

BUK TARZI

   Bardağı dipledim, şişede kalan son şarabı koydum. Playe del Ray'deydim. Soyunup elbiselerimi kanepeye fırlattım. Hiç bir zaman iyi giyinen biri olamadım. Gömleklerim soluk ve küçüktü, beş altı yıllık, paçavra. Paltolonlarım da öyle. Alışverişten nefret ediyordum, tezgahtarlardan nefret ediyordum; sizi küçümser, hayatın sırrını keşfetmiş gibi davranırlardı.Benim sahip olamadığım bir özgüvene sahiptiler. Ayakkabılarım her zaman eski ve buruşuktu, ayakkabı mağazalarında da nefret ederdim. Elimdeki kullanılmaz hale gelinceye dek hiç bir şey satın almazdım, araba dahil. Bir satıcıya gereksinimi olan bir alıcı olamadım hiçbir zaman; özellikle satıcı bu kadar yakışıklı, soğuk ve üstünken. Hem, zaman alıyordu bütün bunlar, ayaklarını uzatıp içmek varken.

 - KADINLAR ( SAYFA: 227 )

DÜRÜSTÇE KAZANMAK

 ... İçkilerimizi yudumladık.
"Kadınlar hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordu.
"Düşünür değilim ben. Her kadın farklı. Temel olarak en iyi ile en kötünün bir karışımı gibi görünüyorlar bana. Hem büyüleyici hem de korkunç. İyi ki varlar ama."
"Kadınlara nasıl davranırsın?"
"Onlar bana benim onlara davrandığımdan daha iyi davranırlar."
"Adil mi bu sence?"
"Adil değil, ama öyle."
"Dürüstsün."
"Tam de değil."
"Yarın o kıyafetleri aldıktan sonra senin için giymek istiyorum. En çok hangisini beğendiğini söylersin."
"Tabii. Ama ben uzun kıyafet seviyorum. Klas."
"Her türden alacağım."
"Ben üstümdekiler paralanıncaya kadar giysi satın almam."
"Senin masrafların farklı alanlarda."
"Liza, bu içkiden sonra yatağa gidiyorum, tamam mı?"
"Elbette."
   Çarşafını, battaniyesini ve yastığını önceden yere istiflemiştim.
"Battaniye yeterli olacak mı?"
"Evet."
"Yastık iyi mi?"
"Tabii."
   İçkimi bitirdim, kalktım ve ön kapıyı kilitledim.
"Seni içeri hapsetmiyorum, korkma."
"Korkmuyorum..."
   Yatak odasına gittim, ışığı söndürdüm, soyundum ve çarşafların arasına girdim. "Gördün mü?" diye bağırdım, "sana tecavüz etmeye yeltenmedim."
"Oo," dedi, "keşke yeltenseydin!"
Çok inandırıcı değildi, ama duymak hoşuma gitti. İyi oynamıştım elimi. Liza bir gece bekleyecekti.

- KADINLAR ( SAYFA: 203 )

RUSLAR ÜZERİNE

 Ölmeyi beklerken yapacak şey arıyordu insanlar. Seçim sahibi olmak güzeldi. Ben kendi seçimime başvurdum. Votka şişesini kaldırıp asıldım, sek. Aptal değildi bu ruslar.

 - KADINLAR ( SAYFA: 190 )

ELBET İÇİYORDUN

 İçmenin sonu bu, diye geçirdim içimden kendime bir içki koyarken. Kötü bir şey olduğunda unutmak için içiyordun; iyi bir şey olduğunda kutlamak için içiyordun; hiç bir şey olmazsa bir şeyler olsun diye içiyordun.

 - KADINLAR ( SAYFA: 184 )

17 Ekim 2014 Cuma

YOKLUKTAKİ MUTLULUK

   O gece yarım şişe kırmızı şarap içti, kaliteli kırmızı şarap, yine de kederli ve sessizdi. Beni boks maçlarındaki ve hipodromlardaki insanlarla özdeşleştirdiğini biliyordum; ve doğruydu, onlarla birdim, onlardan biriydim. Sağlıklı insanların olduğu anlamda sağlıklı biri olmadığımın farkındaydı Katherine. Hep yanlış şeylere meyletmiştim: içmeyi seviyordum, tembeldim, tanrım yoktu, siyasetim yoktu, fikirlerim yoktu, ideallerim yoktu. Hiçliğe razıydım; yoktum aslında, ve bunu kabullenmiştim. Bu ilginç kılmıyordu beni tabii ki. İlginç olmak da istemiyordum zaten, fazlasıyla zahmetliydi. Tek isteğim yumuşak ve puslu bir yerde bir başıma, rahatsız edilmeden yaşamaktı. Diğer taraftan, içince nara atıyor, sapıtıyor, kontrolden çıkıyordum. Genel halimle sarhoş halim çelişiyordu. Umursamıyordum.

 -KADINLAR ( SAYFA: 110 )

EKSİK

   Tuhaf bir duyguydu Katherine'le orada olmak. İnsan ilişkileri tuhaftı. Demek istediğim, bir süre biriyle birlikte oluyor, yatıyor, sevişiyor, konuşuyor, geziyor, hayatını paylaşıyordun. Sonra bitiyordu. Bir süre kimseyle birlikte olmuyordun, sonra bir başka kadın çıkıyordu karşına, bu sefer onunla yiyor, onunla düzüşüyordun ve her şey çok doğal görünüyordu; siz hep onu, o da hep sizi beklemiş gibi. Hep eksik hissettim kendimi yalnızken; iyi hissettiğim de oldu, ama hep eksik.

 - KADINLAR ( SAYFA, 106 )

SAVAŞÇI

   Kadın olsaydım fahişe olurdum şüphesiz. Erkek doğduğum için kadın arzuluyordum sürekli,  ne kadar aşağılık olursa iyiydi. Ama yine de kadınlar -iyi kadınlar- korkutuyorlardı beni, çünkü er yada geç ruhuna sahip olmak istiyorlardı, oysa ben ruhundan artakalanı kendime saklamak istiyordum. Esasen fahişeleri arzuluyordum, çünkü ölümcül ve acımasızlardı, özel isteklerde bulunmuyorlardı. Gittiklerinde hiç bir şey yitirilmiş olmuyordu. Ama bedeli fahiş de olsa sevecen, iyi bir kadının özlemini çekiyordum. Güçlü erkek ikisinden de vazgeçerdi. Oysa ben kadınlarla, kadın fikriyle savaşmayı sürdürüyordum.

 - KADINLAR ( Sayfa: 81)

KADINDA YANILIR

   Lydia ile ayrılık yaratmak sorun değildi. Yalnızlığı seven, bir kadınla birlikte yaşamaktan, onunla yemek yemekten, uyumaktan, sokakta yürümekten mutlu olan biriydim. Ama konuşmaktan ya da hipodrom ve boks maçları dışında bir yerlere gitmekten hoşlanmıyordum. Televizyonu anlamıyordum. Sinemaya gidip başkalarıyla oturmak, onların duygularını paylaşmak için para ödemek aptalca geliyordu bana. Partilerden iğreniyordum. Oynanan kirli oyunlardan, asılmalardan, amatör sarhoşlardan, can sıkıcı tiplerden nefret ediyordum. Ama partiler, dans etmek, havadan sudan konuşmak hayat veriyordu Lydia' ya. Seks bombası olarak görüyordu kendini. Ama biraz fazla abartıyordu. Dolayısıyla benim yalnız kalma isteğim onun her fırsatta mümkün olduğunca çok insanla birlikte olma isteğiyle sık sık çarpışıyordu.
   Mindy'nin gelmesine iki gün kala ben başlattım. Yataktaydık.
   "Lydia, allah aşkına, neden bu kadar aptalsın? Benim münzevi biri olduğumu anlamamakta neden ısrar ediyorsun? Yazabilmem için gerekli bu."
   "İnsanlardan kaçarsan onlar hakkından nasıl bilgi edineceksin?"
   "Yeterince bilgim var onlar hakkında."
   "Restorana gittiğinde bile başın öne eğik oturuyor, kimseye bakmıyorsun."
   "İştahımı neden kaçırayım."
   "Ben gözlerim insanları dedi, "Onları incelerim."
   "S.ktir."
   "Sen insanlardan korkuyorsun!"
   "Nefret ediyorum."
   "Ne biçim yazarsın sen? Gözlem yapmıyorsun."
   "Kabul, insanlara bakmıyorum, ama hayatımı yazarak kazanıyorum. Koyun gütmekten iyidir."
   "Kalıcı olamayacaksın. Asla yükselemeyeceksin. Her şeyi yanlış yapıyorsun.
   "Bu yüzden başarılıyım zaten."
   "Başarılı mı? Kaç kişi biliyor kim olduğunu? Mailer gibi ünlü müsün? Ya da Capote gibi?"
   "Onlar yazamıyor."
   "Ama sen yazabiliyorsun! Bir tek Chinaski yazabiliyor!"
   "Evet, ben böyle hissediyorum."
   "Ünlü müsün? New York'a gitsen kim tanır seni?"
   "Umurumda değil. Tek isteğim yazmak. Borazanlara ihtiyacım yok."
   "Doyamazsın sen borazanlara."
   "Belki."
   "Ünlü biri gibi davranmak işine geliyor."
   "Ben hep böyle davrandım. Yazmaya başlamadan öncede böyleydim."
   "Hayatımda tanıdığım en az bilinen ünlü sensin."
   "Yeterince azimli değilim, hepsi bu."
   "Hayır, azimlisin ama tembelsin. Ayağına gelsin istiyorsun. Hem sen ne zaman yazıyorsun? Ya ayaktasın, ya sarhoşsun, ya da hipodromdasın."
   "Bilmiyorum. Önemli değil."
   "Nedir önemli olan öyleyse?"
   "Sen bana söyle," dedim.
   "Söyleyeyim!" dedi Lydia. "Uzun zamandan beri parti vermedik. İnsan görmeyeli çok uzun zaman oldu! Ben SEVERİM insanları. Kız kardeşlerim parti severler. Bin kilometre yol kat ederler bir partiye gitmek için! Biz böyle yetiştik Utah'da! Parti sevmemek için bir neden yok. İnsanların bir araya gelip iyi vakit geçirmelerinden daha doğal bir şey olamaz! Delice bir saplantın var senin. Eğlencenin s.kişle biteceğini sanıyorsun! Tanrım, insanlar, iyidir! Sen eğlenmeyi bilmiyorsun!"
   "İnsanları sevmiyorum," dedim.
Yataktan fırladı. "Tanrım, midemi bulandırıyorsun!"
   "Pekala, sana biraz yer açayım öyleyse."
Yatağın kenarına oturup ayakkabılarımı giymeye başladım.
   "Yer açmak mı?" diye sordu Lydia. "Ne kastediyorsun yer açmaktan?"
   "Burdan çıkıyorum, kastettiğim bu!"
   "Pekala, ama şunu dinle: bu kapıdan çıkarsan beni bir daha göremezsin."
   "Anlaştık."
Kalktım, kapıya gittim, açtım, kapattım ve Volks'a doğru yürüdüm. Arabayı çalıştırıp gazladım.


- KADINLAR ( Sayfa: 76/78)

7 Ekim 2014 Salı

küçük bir atom bombası









ah, küçük bir atom bombası verin bana
fazla büyük olmasın
küçücük
sokakta gezinen bir atı öldürmeye yetecek kadar
ama hiç at yok ki sokakta

öyleyse, saksıdaki çiçekleri uçurmaya yetecek kadar
ama hiç çiçek
görmüyorum
sokakta

aşkımı korkutmaya
yetecek kadar
öyleyse,
ama aşkım
yok ki

kirli ve sevimli bir çocuğu yıkar gibi
küvetimde yıkayabileceğim
bir atom bombası
verin bana
öyleyse

( küvetim var )

düğme burunlu
pembe kulaklı
Temmuz ayında
iç çamaşırı gibi kokan
bir atom bombası, general

aklımı kaçırdığımı mı düşünüyorsunuz?
düşüncelerinize bakarak
ben de sizin aklınızı kaçırdığınızı
düşünüyorum:
başkası yollamadan
siz yollayın bir tane.

- ( sarhoş çal piyanoyu
     vurmalı çalgı gibi
     parmaklar biraz
    kanamaya başlayana dek, Sayfa: 40/41 )