28 Kasım 2015 Cumartesi

MİNNET DUYMAK VE MUTLAKİYET

ıstırap ve mutluluk anları
yürüyor çatımda.

kedi geçiyor yanımdan
her şeyi bilirmiş gibi görünerek.

bir gladyatörün talihinden
daha iyiydi talihim, diye düşünüyorum,
ama ondan da emin değilim.

bir çok kadın tarafından sevildim,
hayatı sırtında bir kambur gibi taşıyan biri için
talih sayılır.

saçlarımda gezinen bütün o parmaklar,
beni bağrına basan bütün o kollar,
yatak odamın halısına
umursamazlıkla fırlatılmış bütün o
ayakkabılar.

belleğime o kadar çok
arayış içinde yürek kazındı ki
anımsayarak gideceğim
ölümüme.

hak ettiğimden daha iyi muamele
gördüm-
genel hayattan değil,
olayların mekaniğinden de değil,
ama kadınlardan.

beni banyoda tek başıma
iki büklüm, ellerim
karnımda,
neden neden neden neden neden neden neden?
diye düşünürken
terk edip gidenler de oldu.

domuzdan farkı olmayan erkekleri seçer kadınlar,
ruhları ölü erkekleri,
kötü düzüşen erkekleri,
gölgeden farksız erkekleri,
çünkü
olayların
akışına uymak
zorundadırlar.

doğal seçimleri değildir bu,
ama genellikle
bir karmaşa ve şaşkınlık
durumunda yaparlar
seçimlerini.

bir dokunuşla insani ihya edebilir
ya da dokundukları her şeyi öldürebilirler ve
ben ölüyorum,
ama henüz
ölmedim.



- ( Kimse Bilmez Ne Çektiğimi ; S: 24 )

HER ŞEYİN ANLAMI

soğuk köpeklerin ve
demiryollarının yakınında doğmuşum.
yitiklerle yaşamaya 
doğmuşum.

hayatın tasarlayabileceği
her şeyden daha
çirkin yüzlerin arasında 
doğmuşum.

7 numaralı atın
öğleden sonra
3:42' de
bacağını kırdığını tanık olmaya
doğmuşum.

bir kadın daha kaybetmeye
doğmuşum-
elbiselerini dolapta değil,
firketelerini
losyonlarını
rujunu
ve küpelerini
bırakmış ardında.

bir bacak üstünde dans etmeye
doğmuşum.

öylece oturup sinekleri,
kurbağaları
ve karafatmaları seyretmeye
doğmuşum.

ton balığı konservesinin
kenarlarında parmaklarımı
kesmeye doğmuşum.

göbeğimi iki kat
yürümeye
doğmuşum.

tekrar,
tekrar,
tekrar,
doğmuşum.

- ( Bir Tek Ben miyim Böyle Yaşayan; S: 163 )

SALDIRI

berbat durumdayım. burada, hemşirelerin,
deneysel sinemacıların, güneşin
altındaki sıcak ve acılı ağaçların yaşamlarını
sürdürdükleri Hollywood' un DeLongpre Bulvarı'nda
ruhumun bütünlüğünü koruyamıyorum.

burada, penceremin önünden
Yaşlılar Evi'nden tekerlekli
koltukların geçtiği
bu evde.

daha ne kadar Chinaski?
daha kaç aşk vurulacak gökyüzünden?
daha kaç kadın?
daha kaç gün ve yıl?

acı yürüyor bu odanın gölgelerinde.
kollarımda hissediyorum,
ucuz havalandırma cihazının takırtısında.

bazı şeyleri hatırlayıp odada volta
atmaya başlıyorum, bir aşağı bir yukarı,
elimde değil, duramıyorum,
bir aşağı bir yukarı.

yalnız kalmaktan hoşnut biriydim eskiden.
şimdi yıkıldı duvarlarım,
her şeyin kenarları var.

ellerine geçirdiklerinde beni -aklını kaçırmış, kapana kısılmış,
kendi içimden çıkardılar beni.
çalışıyorlar üzerimde.
Saldırı hiddetli, kesintisiz
ve sessiz.

nehirler bentlerin üzerinden akıyorlar.
yanık kaşar peyniri gibi bir kokusu var güneşin.
on binlerce yüz, bulvarda.
varlıkları benimle tamamen ilintisiz
insanlarla birlikte yaşıyorum.

volta atıp duruyorum odada.
soluk soluğa.

acıma bir ad taktım.
"Saldırı" koydum adını.

Saldır, diyorum, lütfen dışarı çıkıp
beni rahat bırakır mısın?
lütfen yürüyüşe çıkıp
bir trenin altında kal.

dostlarım beni çok şakacı buluyorlar.
Chinaski'den söz et bize, diyorlar sevgilime.

Oo, diyor sevgilim, kocaman koltuğuna
oturup inliyor.

gülüyor dostlarım.
insanları güldürürüm ben.

Saldırı, diyorum, bir şey yemek ister misin?
bir zamanlar yarış atı mıydın sen?
neden
uyumuyorsun?
neden biraz
dinlenmiyorsun?

saldırı da yürüyor benimle odada,
omuzlarıma sıçrayıp beni sarsıyor.

Lorca yolunda vurulmuştu,
ama burada, Amerika'da kimseyi
kızdırmaz şairler.
kumar oynamazlar.

poliklinik kokar onların şiirleri.
insanların yaşamaktansa ölmeyi
yeğledikleri bir poliklinik
gibi.

burada şairleri vurmazlar.

şairlerin farkında bile değiller.

gazete satın almak için
sokağa çıkıyorum.
Saldırı peşimden geliyor.

harikulade bir genç kızın yanından geçiyoruz.
gözlerine bakıyorum. o da benim
gözlerime bakıyor.
ona sahip olamazsın, diyor Saldırı, yaşlı bir
adamsın sen, yaşlı ve kaçık.

yaşımın farkındayım, diyorum saygınlığımı takınarak.

evet, ölümün de farkındasın.
öleceksin ve nereye gideceğini bilmiyorsun,
ama ben de seninle geleceğim.

seni aşağılık orospu çocuğu, diyorum, neden
bu kadar düşkünsün buna?

aa, yoldaşım!
birlikte yıkanıyoruz, birlikte yiyoruz, mektuplarını
birlikte açıyoruz.
birlikte şiir yazıyoruz.
birlikte şiir okuyoruz.

Chinaski miyim, Saldırı mı,
emin olamıyorum.

kimi acımı sevdiğimi söyler.

evet, o kadar çok seviyorum ki onu
kırmızı kurdeleyle, kanlı bir kırmızı
kurdeleyle bağlanmış olarak
size hediye ediyorum,
sizin,
hepsi sizin.
onu hiç özlemeyeceğim.
başımdan def etmek için çaba sarf ediyorum, inanın.

posta kutunuza sıkıştırabilir
ya da arabanızın arka koltuğuna fırlatabilirim.

ama şimdi,
burada, DeLongpre Bulvarı'nda
birbirimize mahkumuz.

- ( Bir Tek Ben miyim Böyle Yaşayan; S: 137/138/139/140/141 )

ŞU AN

maskaralık bu, büyük oyuncular, büyük şairler, büyük
devlet adamları, büyük ressamlar, büyük besteciler,
büyük aşklar,
maskaralık, maskaralık, maskaralık,
tarih ve tarihin kaydı,
unut gitsin, unut gitsin.

tekrar başlamalısın.
at her şeyi.
hepsini fırlat.

şu anla yalnızsın.

tırnaklarına bak.
burnuna dokun.

gün sana doğru
savuruyor
kendini.

- ( Bir Tek Ben miyim Böyle Yaşayan; S: 119 )

SAATİ KUR

ağır bir geceye doğru ilerleyen ağır bir gün.
ne yaparsan yap
her şey olduğu gibi kalıyor.
kediler uyukluyor, köpekler
havlamıyor,
ağır bir geceye doğru ilerleyen ağır bir gün.
ölen bir şey bile yok.
ağır bir geceye doğru ilerleyen ağır bir günde
bir bekleyiş.
su borularından akan su sesi bile duyulmuyor.
duvarlar öylece duruyor,
kapılar açılmıyor.
ağır bir geceye doğru ilerleyen ağır bir gün.
yağmur dindi,
bir siren sesi bile yok,
kol saatinin pili bitmiş,
çakmağın gazı tükenmiş,
ağır bir geceye doğru ilerleyen ağır bir gün,
bir bekleyiş daha ağır bir geceye doğru
ilerleyen ağır bir günde
yarın asla gelmeyecekmiş gibi
ve geldiğinde
aynı lanet şey olacak.

- ( Bir Tek Ben miyim Böyle Yaşayan; S: 81 )

27 Mayıs 2015 Çarşamba

DUYARLI, GENÇ ŞAİR

o zamanlar
ne kadar iyi vakit geçirdiğimin farkında değildim
don atlet
ağzımda ucuz bir puro
geniş göğsüm
kaslı kollarım
gençliğim ve
bacaklarımla gururlanarak,
"yavrucuğum, şu bacaklara bak! böyle
bacak gördün mü ömründe?"
o otel odasında volta
atarak.
ben ona hava atar
o oturup
sigara içmekle yetinirdi.
huysuz karının tekiydi, güzel
ama huysuz.
kırıcı bir şey söyleyeceğini ve
ona güleceğimi
bilirdim.
bir gece bir bar dolusu adamın
hakkından gelişime
tanık olmuştu.

her gece aynı şey, havamı
atar,
ne kadar müthiş bir beynim
olduğunu söylerdim.

"o kadar zekiysen bu fare deliğinde
ne işin var?"

"dinleniyorum, yavrucuğum, hamlemi
yapmadım henüz..."

"palavra! götün tekisin!"

"ne?"

"götün tekisin!"

"fahişeye bak, ikiye ayırırım lan seni!"

ve başlardık yüksek sesle küfürleşmeye, eşya
fırlatmaya, mobilya kırmaya,
resepsiyondan telefon ederlerdi,
yan odanın duvarları yumruklanırdı,
ve ben gülerdim, zevkten dört köşe,
telefonu açardım, "pekala, pekala,
onu susturacağım..."

telefonu kapatıp ona
bakardım, "pekala, güzelim,
yanıma gel!"

"cehenneme kadar yolun var! iğrençsin!"

iğrençtim gerçekten de, yüzüm kıpkırmızı, tişörtümde
sigara yanıkları, dört günlük sakal,
dişler sarı, ayak tırnakları kırık,
deli gibi gülümseyerek ona doğru giderdim,
gözüm yatakta, "eteğini kaldır!" derdim
ona doğru yürürken, "bacaklarını görmek
istiyorum!"

belaydım gerçekten.
üç yıl dayandı,
sonra ben başka
birini buldum.

o ilk hatunum
bir daha bir erkekle birlikte
yaşamadı.
onu tedavi
etmiştim.

- ( Bir Tek Ben miyim Böyle Yaşayan; S: 51/53 )

26 Mayıs 2015 Salı

İNSANLAR

herkesin çözülmeye başladığı
gün gelir çatar sonunda,
ve işte:
bir odada boş küllükler sadece,
ya da tarağa takılmış bir tutam saç
erimekte olan ay ışığında.

külden,
kuru yapraklardan
ve okyanus gemisi misali geçip giden
elemden
başka bir şey değil
her şey.

kan dolduklarında ayakkabılar
bilirsin
öldüklerini.

gerçek devrim
gerçek iğrentiden kaynaklanır;
çaresiz kaldığında
aslanı öldürür yavru kedi.

çocukluğumun kiliselerindeki heykeller
ve ayaklarımın dibinde yanan mumlar;
ah, onları alıp
açabilsem gözlerini,
elleyebilsem bacaklarını,
duyabilsem
alçı ağızlarından dökülecek
gerçek
alçı
sözcükleri.

- ( Bir Tek Ben miyim Böyle Yaşayan; S: 27/28 )


18 Nisan 2015 Cumartesi

UYUŞMAZLIK

hiçbir şeyin zafer diye haykırmadığı
tarih okumadığı
hiçbir şeyin
çiçek ekmediği
eski bir evde oturuyorum

bazen saatim düşer
bazen güneşim alev almış bir tanktır

ordularını istemiyorum
senin
ya da
öpüşlerini
ya da
ölümünü
benimkiler bana 
yeter

ellerim kollarım var
kollarımın omuzları var
omuzlarımın beni var
ben bana aidim
ben sana aidim beni görebildiğinde
fakat beni görmenden
hoşlanmıyorum

başımda gözlerimin olduğu
ve yürüyebildiğimi
görmeni istemiyorum
sorularını
yanıtlamak istemiyorum
seni eğlendirmek
istemiyorum
beni eğlendirmeni 
ya da tiksindirmeni 
ya da herhangi bir konuda konuşmak 
istemiyorum

seni sevmek
istemiyorum

seni kurtarmak
istemiyorum

kollarını istemiyorum
omuzlarını
istemiyorum

ben benimim
sen de senin

öyle 
kalsın.




- ( Günler Tepelerden Aşağı Koşan Vahşi Atlar Misali ; S: 64/65 )

7 Nisan 2015 Salı

YAŞAMAK Kİ ADİLCE

ve aşk iki kez geldiğinde
ve iki kez yalan söylediğinde
bir daha asla sevmemeye karar verdik,
böylesi adilaneydi,
bize ve aşkın kendisine.

ne merhamet dileniriz ne de
mucize;
yaşayacağız,
öleceğiz, sinek
öldüreceğiz, bok maçlarına
ve hipodromlara gideceğiz, hayatımızı
sırf talih ve yetenekle sürdüreceğiz.



- ( Kimse Bilmez Ne Çektiğimi ; Arka Kapaktan )

24 Mart 2015 Salı

ŞANSTSAL

   "Kadınlardan yana şanslı olmanız gerek, çünkü onlarla çoğunlukla tesadüfen tanışıyorsunuz. Bir köşeden sağa dönerseniz şu kadınla; sola dönerseniz bu kadınla karşılaşırsınız. Aşk bir rastlantı çeşididir. Nüfus hep beraber hareket edip durur ve iki insan her nasılsa karşılaşır. Belirli bir kadını sevdiğinizi söyleyebilirsiniz, ama çok daha fazla sevebileceğin, tanışmadığın bir kadın vardır. Bu yüzden şanslı olmalısınız diyorum."


- ( JEAN-FRANÇOİS DUVAL/ BUKOWSKİ VE BEAT KUŞAĞI , S:77 )


15 Mart 2015 Pazar

benim

topak gibi yatıyor
başının oluşturduğu büyük boş dağı
hissedebiliyorum.
ama canlı. esniyor
burnunu kaşıyor
yorganı başına çekiyor.
birazdan ona iyi geceler öpücüğü vereceğim
ve uyuyacağız.
ve çok uzakta İskoçya var
ve yerin altında
sincaplar koşturur.
gecenin içinde motor sesleri duyuyorum
ve beyaz bir el dönüp duruyor
gökyüzünde;
iyi geceler, canım, iyi geceler.

-( Günler Tepelerden Aşağı Koşan Vahşi Atlar Misali, S:11 )

14 Şubat 2015 Cumartesi

MÜTEMADİYEN İKİNCİ

   Her gece hasta gidiyorduk işe... ikimize özel şakaydı sanki. Her gece yine sarhoş oluyorduk. Yoksul adam içmez de ne yapar? Kızlar alelade işçilerle ilgilenmezler; doktorlar, bilim adamları, avukatlar, iş adamlarıdır onların avları. Ancak onlar işlerini bitirdikten sonra sıra bize geliyordu -kullanılmış, deforme, hasta  ve kaçıklar düşüyordu payımıza. Bir süre sonra ıskartalara fit olmaktansa vazgeçiyordun. Ya da vazgeçmeye çalışıyordun. İçkinin yararı oluyordu.

- (KASABANIN EN GÜZEL KIZI, SAYFA:203
)


BOŞ KALABALIK

   O gece işten sonra yakın bir bara gittik. Benim gibiydi, yemek yemeyi düşünmüyordu, erkekler yemeği düşünmez. Aslında fabrikanın en güçlü erkekleriydik ama hiç üstünde durmazdık bunun. Yemek yemek sıkıcıydı işte. Barlardan da bayağı sıkılmıştım o dönem -onları cennete götürecek kadının içeri girmesini bekleyen geri zekalı ve yalnız erkekler sürüsü. Hipodrom ve bar kalabalığı en can sıkıcı kalabalıklardır. Hele erkeklerden oluşmuşsa. Sürekli kaybeden ve bir türlü durup toparlanamayan kerizler. Ve ben tam ortalarındaydım.

- (KASABANIN EN GÜZEL KIZI, SAYFA:201)


2 Şubat 2015 Pazartesi

O, PİTİ PİTİ, KARAMELA SEPETİ

   Adolf Hitler hayatta olsaydı olanlara epey gülerdi sanıyorum.
   işte, siyaset ve dünya meseleleri hakkında söylenecek bir şey mi var? Berlin krizi, Küba krizi, casus uçakları, casus gemileri. Vietnam, Kore, kayıp hidrojen bombaları. Amerikan kentlerinde ayaklanmalar. Hindistan'da açlık, Kızıl Çin'de faili meçhuller? İyi adamlar ve kötü adamlar var mı gerçekten. hep yalan söyleyenler ve hiç yalan söylemeyenler. bir gece düzüşürken ya da sıçarken ya da çizgi film roman okurken ya da pul defterine pul yapıştırırken bizi paramparça edecek bir ışık eve ısı patlaması olacak mı? ani ölüm yeni bir şey değildir, kitlesel ani ölüm de aynı değil. ama ürünü geliştirdik; yüzyılların bilgisi, kültürü ve keşfi var elimizde yararlanabileceğimiz; kütüphaneler tıka basa kitap dolu; başyapıt oldukları varsayılan tablolar milyonlarca dolara alıcı buluyor; tıp kalp naklini gerçekleştirdi; sokaklarda akıllıyı deliden ayırmak mümkün değil ve birden, bir kez daha, hayatlarımızın geri zekalıların elinde olduğunu görüyoruz. bombalar patlayabilir; bombalar hiç patlamayabilir. o, piti piti, karamela sepeti...
   şimdi, sevgili okurlar, izninizle fahişelere ve atlara ve içkiye dönmek istiyorum henüz vakit varken. bu konular ölümü de içeriyorsa, kanımca, insanın kendi ölümünden sorumlu olması, ölümün Özgürlük, Demokrasi, İnsanlık, Milliyetçilik ve/veya diğer palavraların bir sonucu olarak gelmesinden çok daha az rahatsız edicidir.
   ilk koşu, 12:30. ilk içki, hemen. fahişeler, hep varlar nasıl olsa. Clara, Penny, Alice, Pathy...
   o, piti piti, karamela sepeti...

- (KASABANIN EN GÜZEL KIZI, SAYFA:172)

21 Ocak 2015 Çarşamba

MAVİ KUŞ

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm, kal,
diyorum ona, kimsenin
seni görmesine izin veremem.

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama viski döküyorum üstüne
sigara dumanına
boğuyorum,
fahişeler, barmenler ve
bakkal çırakları hiçbir zaman
bilmiyorlar onun orada
olduğunu.

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm,
yat lan aşağı, diyorum ona,
ocağıma incir dikmek mi
niyetin? Avrupa'daki kitap
satışlarımı sabote etmek mi?

bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama zekiyim, sadece
geceleri izin veriyorum çıkmasına,
herkes yattıktan sonra.
orada olduğunu biliyorum, derim
ona, kederlenme
artık.

sonra yerine koyarım yine
ama hafifçe öter
tamamen ölmesine de izin
vermiyorum
ve birlikte uyuyoruz
gizli antlaşmamızla
ve insanı ağlatacak kadar
güzel, ama ben
ağlamam, ya
siz?

- ( Kapalı Bir Kapıdır Cehennem ; S: 112/ 113/)




18 Ocak 2015 Pazar

SOĞUK VE ACIMASIZ BAY H.C.

   sonra baktım beni omuzlamış, Sanchez'den söz ediyorum, yukarıya taşıyor, yatak odasına, kadını ile şey ettikleri yere ve kendimi yatağın üstünden buluyorum, Sanchez gitmiş, kapı kapalı, ve müzik sesi geliyor aşağıdan, ve kahkaha, ikisinden de, ama sevecen kahkahalar, kötülük yok, ve bilemiyorum ne yapacağımı, insan en iyisini pek ummaz, ne talihin ne de insanların, herkes sonunda hüsrana uğratır, neyse sonra kapı açılıyor, bir ışık hüzmesi, Sanchez kapıda-
   "hey, Bubu, bir şişe kaliteli Fransız şarabı... yavaş iç, iyi gelecektir. uyursun. mutlu ol. seni sevdiğimizi söylemeyeceğim, kolaya kaçmak olur. aşağı gelmek, dans edip şarkı söylemek, konuşmak istersen, o da olur. ne istersen onu yap. işte şarap."
   şişeyi elime tutuşturuyor. çılgın bir korneti kaldırır gibi kaldırıyorum şişeyi, tekrar tekrar. perdedeki yırtıktan yıpranmış ayın bir parçası sıçıyor odaya. tam anlamı ile güzel bir gece; hapis değil; çok uzak hapiste olmaktan...
   sabah uyanınca aşağı inip işiyor, heladan çıkıyorum. tek kişinin zor sığacağı kanepede uyurken buluyorum onları, ama tek kişi değiller, ve yüzleri birlikte uykuda, ve bedenleri birlikte uykuda, nedir bu duygusallık??? minicik bir yumru oluşuyor gırtlağımda sadece, güzelliğin kasvete kendiliğinden dönüşü, birilerinin bu güzelliğe sahip olduğunu bilmek, benden nefret bile etmediklerini bilmek... ve hatta bana neyi dilemeleri?...
   sadık ve duygulu ve hasta ve kasvetli ve Bukowski olarak çıkıyorum dışarı, yaşlı, yıldızlı bir güneş, tanrım, son köşeye çekilmek, son gecenin fırtınası, soğuk bay C., acımasız H., Mary Mary, duvarda bir böcek kadar net, aralık sıcağı bir beyinağı ölümsüz omurgamda, merhamet, Kerouac'ın Meksika rayları üstünde ölü yatan bebeği gibi, kulübelerinde bırakıyorum onları, dahiyi ve sevgilisini, ikisi de benden üstün, ama Anlam, bu işte, sıçarak, kayarak, ta ki, belki bunu tek başıma yazana dek, birkaç şeyi dışarıda bırakmak kaydı ile (muhtelif güçlü kaynaklar tarafından tamamen normal ve aptalca mutluluk verici olan şeyler yapmakla suçlanıyorum)
   ve on bir yıllık arabama atlıyorum
   oradan uzaklaştım bile
   kendimin ötesinde kaçak bir öykü yazıyorum
   aşk üstüne
   ama, belki, size bir anlam
   ifade eder.
   kullarınız
   Sanchez ve Bukowski
   hamiş. -bu kez aynasızlar ıskaladı. yanınızda yutabileceğinizden fazlasını bulundurmayın: aşk, tutku ya da nefret.

- (KASABANIN EN GÜZEL KIZI, SAYFA:84/85)

17 Ocak 2015 Cumartesi

FİL BACAK BUKOWSKİ

   oturup biraz daha içtim. o pis Meksikalı'nın kamyonun kapağını yüzüme kapatışı gitmiyordu gözümün önünden. kibar olmayacaktın hayatta. işsizlik sigortasını düşündüm soran. evli olmayan bir çift işsizlik sigortasından yararlanılabiliyor muydu? tabii ki hayır. açlıktan ölseler bile. ve kirli bir sözcüktü aşk. ama Linda ile aramızdaki bağın bir kısmıydı-aşk, bu yüzden açlık çekiyor, birlikte içiyor, birlikte yaşıyorduk. nedir ki evlilik? onaylanmış bir S.KİŞ, onaylanmış S.KİŞLER. ama hiç şaşmaz, sonunda SIKICI olur, işe dönüşür, ama dünyanın istediği buydu: kapana kısmış, yapması gereken bir işi olmayan zavallılar. lanet olsun, sefilhaneye taşınıp Linda'yı koca Eddie'nin yanına yollamayı yeğlerdim. Koca Eddie salağın tekiydi ama Linda'ya üst baş alır, karnını doyururdu hiç olmazsa. ben yapamıyordum.
  Fil Bacak Bukowski, sıfır.

 - ( KASABANIN EN GÜZEL KIZI, SAYFA: 65 )

KASABANIN EN GÜZEL KIZI

   Sahile götürdüm onu o gün. Yaz henüz başlamamıştı, hafta sonuydu, tenhaydı sahil. Harikuladeydi. Berduşlar paçavraları ile kuma uzanmışlardı. Bazıları taş banklara uzanmış şişeyi paylaşıyorlardı. Martılar telaşsız ve aptalca uçuşlarındaydılar. Yetmişlik- seksenlik karılar kocaları öldükten sonra kendilerine kalacak evleri satıp satmamayı tartışıyorlardı. Her şeye rağmen huzur vardı havada. Denize doğru yürüdük. Çok az konuşarak. Mutluyduk birlikte. İki sandviç, biraz cips ve içecek bir şeyler aldım. Kuma uzanıp atıştırdık. Birbirimize sarılıp uyuduk bir süre. Sevişmekten bile daha güzeldi sanki. Gerilimsiz bir birlikte akış. Uyandıktan bir süre sonra eve döndük. Yemek pişirdim. Yemekten sonra birlikte oturmayı teklif ettim. Bir şey söylemeden uzun süre baktı bana. Sonra yumuşak bir sesle, "Olmaz," dedi. Onu bara bıraktım, çıkmadan önce eline bir içki tutuşturdum. Bir ambalaj fabrikasında iş buldum. Hafta öyle geçti. Dışarı çıkamayacak kadar yorgun oluyordum, ama Cuma gecesi Batı Yakası'na gittim. Oturup Cass'ı bekledim. Saatler geçti. Barmen yanıma geldiğinde sarhoş olmak üzereydim. "Kız arkadaşın için üzüldüm," dedi.
   "Neden?"
   "Özür dilerim haberin yok mu?"
   "Hayır."
   "İntihar. Dün gömdüler."
   "Gömdüler mi?" Her an kapıdan girecek gibi bir his vardı içimde. İnanamıyordum.
   "Kız kardeşleri kaldırdı cenazesini."
   "Nasıl?"
   "Gırtlağını kesmiş."
   "Anlıyorum. İçkimi tazele."
Kapanış saatine kadar içtim. Cass. Beş kız kardeşin en güzeli. Kasabanın en güzeli. Arabayı eve sürerken düşünüyordum. "Hayır," dediğinde üstemeliydim. İstemişti beni, şüphe yoktu. Tembel, ilgisiz, bencilce davranmıştım. İkimizinde ölümünü hak etmiştim. Köpeğin tekiydim. Hayır, köpeklerin ne günahı vardı? Evde bir şişe şarap buldum, içtim. Cass, kasabanın en güzel kızı, yirmisinde ölü.



- ( KASABANIN EN GÜZEL KIZI, SAYFA: 10-11 )

2 Ocak 2015 Cuma

KATİL GÜLÜMSER

eski sevgililerim hala arıyorlar
kimi geçen yıldan
kimi önceki
kimi de daha önceki yıllardan.
iyi bir şeydir yürümeyen
ilişkileri bitirmek
başarısız olduğun insandan
nefret etmemek
hatta unutmamak da
iyidir.

ve bana başka biriyle şanslarının yaver gittiğini
ve mutlu olduklarını söylediklerinde
hoşuma gidiyor.
beni atlattıktan sonra
bütün mutlulukları hak ediyorlar.
hayat çok daha güzel görünüyor onlara
benden sonra..

onlara
kıyaslama imkanı
yeni ufuklar
huzur
ve bensiz bir
gelecek verdim.

telefonu her kapatışımda
adalet yerini buldu, diye hissederim.

- ( SARHOŞ ÇAL PİYANOYU 
    VURMALI ÇALGI GİBİ
    PARMAKLAR BİRAZ
    KANAMAYA BAŞLAYANA DEK , SAYFA: 102,103 )