cenaze arabası kafası kesiklerle, kayıplarla, yaşayan
kaçıklarla dolu olarak odanın içinden geçiyor.
sinekler insanın üstüne tutkal gibi yapışıyor.
kanatlarını
kaldıramıyorlar.
yaşlı bir kadının kedisini süpürgeyle
dövüşünü izliyorum.
sıcak dayanılır gibi değil,
tanrının
pis bir numarası.
tuvaletin suyu
buharlaşmış
telefon sessiz
çalıyor,
küçük esnek kol çanın üstünde
titreşiyor.
bisiklete binmiş bir çocuk
görüyorum,
jant telleri
çöküyor,
lastikler yılana dönüşüp
eriyorlar.
gazete fırın sıcaklığında,
sokaklarda insanlar birbirlerini
nedensiz öldürüyorlar.
en kötü adamlar en iyi işlere sahipken
en iyi adamlar en kötü işlerde çalışıyorlar ya da
işsizler ya da
akıl hastanelerine kapatılmışlar.
4 konserve kutusu yiyeceğim kaldı.
klimalı birlikler evden eve
odadan odaya gidip
insanları tutukluyor, vuruyor,
süngülüyorlar.
biz bunu yaptık kendimize, bunu
hak ediyoruz.
açmaları gerekirken
açma zahmetine katlanmayan çiçeklerden farkımız yok
ve güneş beklenmeden
usanmış gibi,
güneş bizden umudunu kesmiş bir
beyin sanki.
arka balkona çıkıp
ölü bitkilerden oluşan denize bakıyorum,
yeni dikenler ve dallar titreşiyor
esintisiz gökyüzünde.
bir şekilde seviniyorum tükenmiş
olmamıza-
sanat eserleri,
savaşlar,
çürümeye yüz tutmuş aşklar,
her günü yaşayış biçimimiz,
birlikler buraya ulaştığında
ne yapacakları umurumda değil,
yataktan kalktığımız her gün
kendimizi öldürdük zaten.
mutfağa dönüp
yumuşak bir konserve kutusundan
biraz kıyma boşaltıyorum, neredeyse
pişmiş,
oturup
yiyorum, tırnaklarımı
seyrediyorum,
kulaklarımın arkasından
ter damlıyor ve
sokaklardan silah sesleri geliyor,
çiğniyor ve merak etmeden
bekliyorum.
- ( Günler Tepelerden Aşağı Koşan Vahşi Atlar Misali ; S: 185 / 186 / 187 )
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder