15 Ocak 2020 Çarşamba

BAZI DOSTLAR İÇİN

kurnazlığın sesi
gökyüzünün ve denizin sesi.

buruk gecenin aperatifi.
cenazede methiyeyi kimin düzeceğine
dair tartışan buruk dostlar,
kadınlarını çalmaya çalışan
buruk dostlar,
çalınmaya izin veren buruk yarı-kadınlar.

15 yılımı aldı şiiri insancıllaştırmak
ama insanlığı insancıllaştırmak
çok daha uzun sürecek.

iyi ruhlardan medet ummayın
anarşiden medet ummayın
Kara derililerden
Sarı derililerden
Kızılderililerden
Meksikalılardan
medet ummayın.

kanlı elin gücüne inanırım ben
sonsuza dek erimeyen buza inanırım
ölmemizi talep ediyorum
dudaklar mosmor ve kendi üzerimize
uzanmış
kendi imkansızlığımıza
gülerek.

tanıştık, bir kez,
karanlık bir Barcelona mahzeninde. ama sonra
koptuk. hem,
kimileri elektrik direği düzer
dolunayda.

benim methiyem mi? kim mi düzecek? bir mezarım olacak mı
acaba? kim mutlu olacak mezarımın başında? bir lanet dahi
daha
gitti. geri zekalılar bayılır
tanrıları
gömmeye.

bu arada daktilomun bozulmasını diliyorlar,
sevgimin azalmasını, umudumun azalmasını,
acımın çoğalmasını.
ah, dostlarım her şeyin en iyisini
dilerler benim için.

kapı tıklatıcı geveze dangalaklar
gelin hepiniz
fışkırtın zehrinizi benim ve bana ait
bütün küçük şeylerin
üzerine.
evrenin küçük sıçan çocukları
size bana hakaret etme fırsatı vermemin tadını çıkarın
size kapıyı açmamın tadını çıkarın
yaşlanmakta olmamın ya da zamanla kaybolup
yitecek olmamın tadını çıkarın.

ah, dostlarım
dostlarım
dostlarım.


- (  Kaybedenin Önde Gideni   S: 53 / 54/ 55   )

JANE COONEY BAKER İÇİN, ÖLÜM TARİHİ 22-01-62

ve gittin işte
beni burada
perdesi yırtık bir odada bırakarak
ve Siegfried's Ildyll çalıyor küçük kırmızı radyoda

ve çabuk terk ettin beni
gelişin kadar ani
ve yüzünü ve dudaklarını silerken
ömrümde gördüğüm en iri gözleri
açıp, "senin olacağını
tahmin etmeliydim," dedin
ve tanıdın beni
ama çok sürmedi
ve yan yatakta yatan
ince beyaz bacaklı adam,
"ölmek istemiyorum," dedi
ve senin ağzından kan boşaldı yine
ve avucumda tuttum kanını,
bütün o gecelerden arda kalanı, ve günlerden,
ve yaşlı adam hayattaydı hala
ama sen değildin.

ve geldiğin gibi gittin,
çabuk terk ettin beni,
daha önce defalarca terk etmişliğin vardı
ve paramparça olacağımı düşünmüştüm
olmadım ama
ve her seferinde dönmüştün.

şimdi kırmızı radyoyu kapattım
ve yan dairede biri kapıyı çarptı.
iddianame kesin: seni asla sokakta bulamayacağım,
telefon da asla çalmayacak ve yaşadığım sürece
huzur bulamayacağım.

birçok ölümün olması
ve bunun ilk olmayışı yeterli değil;
birçok gün, belki de yıl daha
yaşayacak olmam da yeterli değil.

yeterli değil.
artık konuşmayan ölü bir hayvandan
farkı yok telefonun. konuştuğunda da
yanlış bir sesle konuşacak artık.

daha önce de bekledim ve her seferinde
kapıdan girdin. Bekleme sırası sende şimdi.


                                



- (  Kaybedenin Önde Gideni   S: 36 / 37   )


12 Ocak 2020 Pazar

TAKILACAK BİR YER

genç, salak, yoksul ve çirkin
olmanın hayatı daha çekici kıldığı söylenemez.
tek başına duvarları inceleyerek
geçirilen bütün o akşamlar,
sigarasız,
yemeksiz,
(önce benim maaşımı içerdik göz açıp kapayıncaya kadar)
o her zaman terk etmeye hazırdı sanki,
bir sonraki aşamaya geçmeye,
ama beni kendi üniversitesinden mezun etmek zorundaydı
önce-
(mastır ve doktora da yaptırdı bana
bu arada)
ve her seferinde dönerdi,
takılacak bir yere ihtiyacı vardı
dediğine göre,
giysilerini asabileceği bir yere.
benim komik olduğumu iddia ederdi,
onu güldürdüğümü,
ama ben komik olmaya
çalışmazdım.
harikulade bacakları vardı ve
zekiydi ama hiçbir şey
umurunda değildi,
benim bütün öfkem ve mizahım ve
deliliğim fazla eğlendirmiyordu onu: bana ait
bir kaba güldürüde onun için oynayan hüzünlü bir kuklaydım
sanki.
birkaç kez beni terk ettikten sonra evde birkaç gün
yetecek kadar ucuz şarap ve sigara bırakmıştı,
radyoyu dinleyip duvarları seyrederken
onu neredeyse unutacak kadar sarhoş olmayı başarırdım
ama dönerdi bir kez
daha.
hiçbir kadın
kendimi o akşamlarda
hissettiğim kadar kötü hissetmeme
neden olmamıştı,
işten eve üç kilometrelik yolu kat etmek,
patikaya girip
pencereden bakmak
ve jaluzinin karanlık olduğunu görmek.
lanetlilerin ve yararsızların ıstırabını öğretti
o bana.
bir erkek iyi bir kadına ihtiyaç duyar, iyi talihe, iyi
havaya, iyi dostlara, ama
o benim için sürpriz bir at gibiydi
ve soğuk zamanlardı, sürpriz at bir türlü
sürprizini yapmadı.
tanıdıktan beş kış sonra
gömdüm onu,
son üç yılda da çok seyrek görmüştüm.
sadece dört kişiydik mezarının başında:
rahip
ev sahibesi
oğlu ve ben.
patikadan yürüyüp boş yere
jaluzinin ardında bir ışık aradığım
o günleri ve onu düzen
ama sonunda orada olmayan
bütün erkekleri anımsarken
önemi kalmamıştı artık.
evet, onu seven erkeklerden
sadece biri vardı
orada: " süper marketten çılgın
depocu sevgilim," derdi bana.




- (  Kaybedenin Önde Gideni   S: 33 / 34 / 35   )

İLK FAHİŞEYE DUYULAN AŞK

kadın karşıtı mı, öyleydim tabii ki, ve yazık ki
böyle bir giriş
yapmamız gerekiyor,
ama bu yersiz sözcükleri bu aydınlanmış
yılda ziyan ettiğimize göre, köküne inmekte yarar var, çirkin
ama kabadayıydım, yirmi beş yaşlarında, çok
içiyordum, kendime acıma duygusuyla
kafayı yemiştim muhtemelen, ama yine de
o ucuz barlarda takılan birkaç ayının
dudağını patlatıp gözünü
morartmıştım.
kızların hoşuna gidiyordu, ama
kız da denmezdi ki
onlara...
her neyse, depo memuru ya da işsiz
bir fabrika işçisi olarak
bana seçtiğim yolun ve ucuz barlarda
içerek ziyan ettiğim gecelerimin
hatası kalıyordu,
sıkı içici ve canının istediğini her şeyi
söyleyip arkasında durmaya hazır
biri olarak ünlendim.
sıkıldınız mı?
neyse, o barlardan birinde
Julia vardı.
tek kelime etmeden
başını önüne eğip
içkileri dipleyen
HARİKULADE bacaklı Julia,
sol elde iri bir siğil,
sigarasının külünü her yere düşürüyordu,
sonra,
arada sırada
başını kaldırıp
derin bir biçimde
(bana öyle gelmişti en azından)
"BOK!"
diyordu,
ve duvarlara ve aynalara ve üzerime
sıçrıyordu ve harikulade
bacaklara bakarak
içimden, bu kadını gerçekten
tanımak istiyorum, diye geçirirdim.

bir engel yok gibiydi,
ben de kalkıp yanına oturdum,
birlikte içtik ve kapanış saati geldiğinde
otel odama gitmek üzere
birlikte çıktık.

sıkıldınız mı?
ben sıkılmamıştım ama.

onu otelin lobisinden geçirmek
başlı başına bir işti-
o müthiş vücutta o harikulade
bacaklar- topuklu ayakkabıların üzerinde
yalpalıyordu. (bu seksist bir söylem
tabii ki- beni bağışlayın)
ve onu asansöre sokup
odama çıkardım,
sonra oturtup
içkileri doldurmaya başladım...
sıkıcı ve sıradan mı
diyorsunuz?- hiç de değil.
onu iskemleye oturttum
ve sigara içip
içkileri dipledi.

basit bir düzüşme peşinde değildim ama,
niteliklerimi sergilemek
istiyordum.
kollarımı iri buluyordum,
kaslı,
ve güçlü bacaklarla
doğmuştum bir şekilde,
ayrıca söyleyecek ilginç ve
olağan dışı laflarım olduğunu hissediyordum,
bu yüzden şortumla
bir aşağı bir yukarı yürüyor,
içkileri dipliyor,
tazeliyor,
sıcak sigara külüyle
fanilama delikler açıyordum,
ama hatun ilgisiz görünmeye
devam edince
duvara
şarap bardağı fırlatıp
nasyonal sosyalist şarkıları
söylemeye başladım.
bu onu biraz uyandırdı
ama telefonu kapatmadan önce
anasına küfrettiğim
resepsiyon memurunu da
uyandırmıştı.

polis geldiğinde
dolunayda
kaptırmış gidiyordum
o harikulade bacakların
arasında.
kapı kilitliydi
ve evren
benim şarkımı
söylüyordu.

belli aralıklarla
beş yıl yaşadım
o fahişeyle
ve öylesi bir cehennemi
hayal bile edemezsiniz

benim yerimde
olmadıkça,
ki hepimiz
üç aşağı beş yukarı
olmuşuzdur
bir şekilde.




- (  Kaybedenin Önde Gideni   S: 23 / 24 / 25 / 26 )