24 Ağustos 2018 Cuma

AYAKKABI BOYACISI İÇİN BİR TANE

denge Santa Monica kayalıklarını tırmanan
salyangozlarda;
talih Western Bulvarı'nda yürüyüp
mesaj salonundaki kızlardan
birinin sana, "selam, Tatlım!" diye seslenmesinde,
mucize 55 yaşında sana aşık beş kadın
olmasında,
ve erdem senin onlardan sadece birini
sevebilmende.
armağan senden daha sevecen
bir kızım olmasında, kahkahası seninkinden
daha zarif.
uysallık 67 model mavi bir Volks'u sokaklarda
bir yeni yetme gibi sürebilmekte, radyoda
The Host Who Loves You Most, güneşi hissederek,
trafiğin içinden sıyrılarak
ölülerin tepesini attırırken
motorun sağlam homurtusunu
dinlemek.
lütuf rock müzik, senfonik müzik,
caz dinleyebilmekte...
özgün enerjinin coşkusunu
içeren her hangi bir şey.

ve geri dönen matematik
derin mavi bir bunalımdır
giyotin duvarlarının arasında
kendi içine dümdüz yatmış sen-
telefonun sesine öfkeli
ya da geçen birinin ayak seslerine;
ve diğer matematik:
ardından gelen mutlak yükseliş
Tako büfelerinin önündeki
banklarda oturan çocukları
guru gibi gösteren,
süpermarkette kasa bandında
bekleyen kızları
Marilyn gibi
Zsa Zsa gibi
Harvard sevgilisini haklamadan önce
Jackie gibi,
lisede bütün erkek çocukların
eve kadar izledikleri
kız gibi
gösteren.

ve ölümün dışında bir şeye inanmanı
sağlayan yalınlık
Sandy Hawley'in formsuz atlarla
Hollywood Park hipodromunda beş
koşuyu kazanması,
hiçbiri favori değil,
ya da fazlasıyla dar bir sokakta
karşından gelen bir arabanın
kenara çekip yol vermesi gibi
ya da eski boksör Havalı Jack'in
bütün servetini
partilere
kadınlara ve
parazitlere
yedirdikten sonra
ayakkabı boyaması gibi,
bir şarkı mırıldanırken deriye
üfleyip
bezle cilalayarak
şöyle diyor:
"boş ver. bir süre
zirvedeydim. bu ötekinden
iyidir."

çok buruk davranıyorum bazen
ama tadı genellikle
tatlıydı, sadece bunu söylemeye
korktum. kadının sana, "beni
sevdiğini söyle," demesi ve
söyleyememen gibi.

ben hiç mavi Volks'umda
sırıtarak ve güneş gözlüğüm olmaksızın
sarı ışıkta geçip
dosdoğru güneşe sürerken görürseniz
trapez sanatçılarını
büyük purolar içen cücelerini
kırklı yılların başında Rus kışlarını
bir kese kağıdı dolusu  Polonya toprağıyla Chopin'in
ya da bana fazladan bir fincan kahve getiren
ve bunu yaparken bana gülüyormuş izlenimi uyandıran
garson kızı düşünerek
çılgın bir yaşamın
öğle sonrasına hapsolmuş olacağım.

en iyilerinizden
sandığınızdan daha çok hoşlanıyorum
diğerleri sayılmaz
parmakları ve başları olmasının dışında
ve bazılarının gözleri
ve çoğunun bacakları var
ve hepsinin
iyi ve kötü düşleri
ve almaları gereken uzun yolları.

denge her yerde ve işliyor
ve makineliler ve kurbağalar
ve çalılar
size böyle olduğunu
söyleyeceklerdir.



- (  Aşk   S: 79 / 80 / 81 / 82 )

BÜTÜN SEVGİM ONA AKIYOR ( A.M. İÇİN )

Papa'ya karşı zekice tasarlanmış tartışmalarla donanmış olarak
elektrik yoksunu insanların arasından geçiyorum
ölümüm ve yaşamım için bir neden aramak üzere;
gün sevenler için harikulade bir gün-
benim gibi
geceyi bekleyenler için
gün boktur ve bok
lağıma yaraşır,
ve küçük bir kafenin kapısını açıyorum
ve lacivert elbiseli garson kız
onu sipariş etmişim gibi bana doğru geliyor.
"3 sülün bacağı," diyorum ona,
"bir tavuk sırtı ve iki şişe iyi Fransız
şarabı."
gidiyor
lacivert elbisesinin içinde seğirerek
ve bütün sevgim ona akıyor
ama olacak iş değil,
oturup bitkileri seyrediyorum
ve bitkilere, zihnimle,
beni sevemez misiniz?
diye soruyorum.
burada bir şey gerçekleşemez mi?
kaldırımlar hep kaldırım olmak zorunda mı? generaller
düşlerinde gülmeye devam etmek zorunda mı,
hiçbir şeyin doğru olmaması
sürekli devam etmek zorunda mı?
soluma bakıyorum ve burnunu karıştıran bir adam görüyorum
sümüğünü iskemlenin altına
yapıştırıyor; içimden, işte
gerçeğin, ve işte sevgin,
diye geçiriyorum:
cehennemin gelip
seni tükürüğe boğduğu
sıcak gecelerde sertleşen
sümük.
bitkiler, diyorum, yapamaz mısınız?
fil yaprağından bir parça koparıyorum
ve bütün tavan yarılıyor
cennet bir merdiven aşağıda,
"hepsi bu kadar mı efendim?"
diyor garson kız, "evet, teşekkür ederim, bu
yeterli."



- (  Aşk   S: 37 / 38 )



20 Temmuz 2018 Cuma

TEK GECELİK İLİŞKİ

yatağının üzerinde sallanan en son hırdavat
alkol buğusunun arasından pencerenin yanındaki
abajurun ışığını yansıtıyor

rüzgar çim yapraklarını
gözün kımıldadıklarını görebileceği
şekilde salladığında beni
kırbaçlayan bir zalimin enciğiydim ben
ve sen rahibelerin Tanrı'nın cüppelerinden
Las Cruces kumlarını silkelemelerini seyreden
bir manastır kızıydın.

sen dünün
hüzün verici bir biçimde yağmalanmış
buketisin. zavallı göğüslerini öpüyorum
ellerim ekmek ve benzin ve sefalet
kokan bu ucuz Hollywood dairesinde sevgiye uzanırken.

anımsanan güzergahlarda hareket ediyoruz
aynı eski adımlar yüzlerce ayakla
yumuşak, 50 aşk, 20 yıl.
ve çok küçük bir yaz bahşedildi bize,
sonra
kış yine
ve sen yerde hareket ediyorsun
ağır ve tuhaf bir şey
ve sifon çekiliyor, bir köpek havlıyor
bir arabanın kapısı çarpıyor...
kaçınılmaz olarak elden kaçtı, her şey,
sanki, ve bir sigara yakıp
bütün lanetlerin en eskisini
bekliyorum.

- (  Aşk   S: 15 / 16 )

18 Temmuz 2018 Çarşamba

GÜLEN YÜREK

hayatın sana ait.
küflü bir teslimiyete dönmesine
izin verme.
tetikte ol.
var çıkış yolları.
ışık var bir yerlerde.
çok parlak olmayabilir
ama karanlığa
yeğdir.
tetikte ol.
tanrılar sana fırsatlar
sunacaktır.
farkında ol,kullan.
ölümü yenemezsin ama
hayatta iken ölmeyi
yenebilirsin,
bazen.
ve bunu yapmayı ne kadar
sık öğrenirsen,
o kadar parlayacaktır
ışık.
hayatın sana ait.
değerini bil ona henüz
sahipken.
sen harikuladesin,
seninle
gurur duymayı bekliyor
tanrılar.


- (  İlham Perisine Oynamak   S: 379 )

22 Nisan 2018 Pazar

BIRAK SARSIN SENİ

huzur ya da mutluluk,
bırak sarsın seni.

genç bir adamken
bu şeylerin,
aptalca ve basit
olduğunu
düşünürdüm.
kanım kötü, zihnim
çarpıktı,
tehlikeli bir çocukluk
geçirmiştim.

granit gibi serttim, güneşe bile
pis pis sırıtırdım.
kimseye güvenmezdim,
özellikle de
kadınlara.

küçük odalarda bir tür
cehennem yaşıyordum, bir şeyler
kırardım, bir şeyleri duvara fırlatırdım,
kırık cam parçalarının üzerine basardım,
küfrederdim.
her şeye meydan okurdum,
kaldığım odalardan sürekli kovuluyor,
kodese giriyor, kavgaya
tutuşuyor, kafayı
yiyordum.
kadınlar düzülecek
ve sövülecek
şeylerdi, erkeklerle arkadaşlık
etmezdim,
sık sık iş ve kent
değiştirirdim, tatillerden
bebeklerden, tarihten,
gazetelerden, müzelerden,
büyük annelerden,
evlilikten, sinemadan,
örümceklerden, çöpçülerden,
İngiliz aksanından, İspanya'dan,
Fransa'dan, İtalya'dan, cevizden ve
turuncu renkten
nefret ederdim.
cebir öfkelendirirdi beni,
opera midemi bulandırırdı,
Charlie Chaplin
şarlatanın
tekiydi
ve çiçek
muhallebi çocuklarına
göreydi.

zayıflık işaretiydi
benim için
huzur ve mutluluk,
zayıf ve aptal
bir zihnin
kiracıları.

fakat sokak dövüşlerini,
intiharcıl yıllarımı sürdürüp
birkaç kadınla birlikte
olurken- yavaş yavaş
başkalarından
farklı olmadığımı
idrak etmeye başladım,
herkes
gibiydim.
herkes nefret
doluydu,
küçük kinler
güdüyordu,
ara sokaklarda
yumruklaştığım adamların
yüreği taştandı.
herkes dürtüyor,
itekliyor, kendine azıcık
avantaj sağlamak için
hileye başvuruyordu,
yalan bir silahtı
ve öykünün konusu
yoktu,
karanlık
egemendi.

ihtiyatla, arada sırada
kendimi iyi hissetmeme
izin verdim.
ucuz odalarda
dolap kulplarını seyrederek
ya da karanlıkta
yağmurun sesini dinleyerek
geçirdiğim huzurlu
anlarım
oldu.
gereksinimlerim
azaldıkça
daha iyi hissettim
kendimi.
öteki yaşantıdan
yorgun düşmüştüm
belki.
konuşma sırasında birini
alt etmeye çalışmak
ilgimi çekmiyordu
artık,
ya da
hayatı hüzne sapmış
zavallı sarhoş bir dişinin
üstüne çıkmak.

hayatı hiçbir zaman
olduğu gibi kabullenemedim,
bütün zehirlerini
yutamadım
hiçbir zaman,
ama alınmayı bekleyen
parçalar vardı,
ender ve mucizevi
parçalar.

yeni bir formül geliştirdim,
ne zaman oldu bilmiyorum,
tarih, zaman
falan,
ama bir değişim
gerçekleşti.
içimde bir şey
gevşedi, kırışıklıklar
ütülendi,
erkek olduğumu
kanıtlamam
gerekmiyordu
artık,
hiçbir şeyi kanıtlamam
gerekmiyordu.

bazı şeyleri fark etmeye başladım:
bir kafenin tezgahının arkasına dizili
kahve fincanlarını.
ya da kaldırımda tek başına yürüyen
bir köpeği.
ya da komodinin üzerinde aniden
duran fareyi,
gerçekten duran,
vücudu,
kulakları,
burnu
sabit,
kendi içinde yakalanmış
bir hayat parçası,
gözleri bana bakmıştı
ve
çok güzeldiler.
sonra
gitmişti.

iyi hissetme başladım kendimi,
çok kötü durumlarda bile
iyi hissetmeye başladım,
ki eksik olmuyordu
kötü durumlar.
mesela, patron masasının
arkasında, beni
kovacak.
işe gelmediğim günlerin
sayısı fazla.
takım elbise giymiş, kravat
takmış, gözünde gözlüğü
var, "seni işten
çıkarmak zorundayım." diyor.

"ziyan yok," diyorum
ona.

yapması gerekeni
yapacak, bir karısı var,
evi ve çocukları var, giderleri
var, muhtemelen bir
metresi.

üzülüyorum onun için.
yakalanmış.

göz kamaştıran güneşe
çıkıyorum.
bütün gün bana
ait.
şimdilik.
en azından.

(bütün dünya bütün
dünyanın gırtlağına sarılmış,
herkes öfkeli,
kazıklanmış, aldatılmış,
herkes karamsar,
düş kırıklığı içinde.)

huzur dalgalarını,
kırık dökük mutluluk
parçalarını
buyur ettim.
ateşli hatunlara,
topuklu ayakkabılarına, göğüslere,
şarkı söylemeye, bütün güzel
şeylere
sarılır gibi
sarıldım
onlara.

(yanlış anlamayın,
kendi çıkarı için
bütün küçük sorunları
göz ardı eden
şaşı iyimserlik diye
bir şey vardır-
o bir zırh ve
hastalıktır.)

bıçak gırtlağıma
dayandı yine,
bir kez daha
havagazını
açmama ramak
kaldı,
ama o güzel anlar
tekrar geldiğinde
sokaklardaki hasımlarımla
dövüştüğüm gibi
dövüşmedim
onlarla.
bıraktım alsınlar beni,
keyfini çıkardım,
evime
buyur ettim.

aynaya baktığımda bile,
kendini
çirkin
bulan biri olarak,
hoşnut kaldım gördüğümden,
yakışıklı, evet,
biraz yıpranmış,
yara izleri, yumrular,
tuhaf kusurlar,
ama her şeye rağmen,
fena değil,
neredeyse yakışıklı,
bebek poposunu çağrıştıran
bazı film yıldızı
yüzlerinden iyi
en azından.

ve sonunda
başkalarına karşı
gerçek duygular keşfettim,
beklenmedik,
son zamanlardan mesela,
bu sabah örneğin,
hipodroma gitmek üzere
evden çıkarken
karımı yatakta görünce,
başının yataktaki biçimi, yorganın
altında, başının yorganın
altındaki biçimi
işte
(yaşayanların, ölülerin ve
ölmekte olanların yüzyıllarını ve
piramitleri hesaba katmayı
unutmayalım,
Mozart öldü
ama müziği orada
odada hala, otlar büyüyor,
dünya dönüyor,
tabela beni
bekliyor) karımın
başını öyle kıpırtısız
görünce,
yanıp tutuşmuştum onun hayatı için,
orada
o yorganın
altında.

onu alnında
öptüm,
aşağı indim,
evden çıktım,
harikulade arabama
bindim,
emniyet kemerini
taktım,
gerisin geri
çıktım park yerinden.
parmak uçlarıma kadar
sıcacık
hissettim kendimi,
gaz pedalına basan
ayağıma kadar,
dünyaya
daldım
bir kez
daha,
yamaçlardan
aşağı
sürdüm,
insan dolu ve boş
evlerin
önünden
geçtim,
postacıyı gördüm,
klakson çaldım,
el
salladı
bana.


- ( İlham Perisine Oynamak   S: 354 / 355 / 356 / 357 / 358 / 359 / 360 / 361 / 362 / 363 / 364 / 365 )

İNSAN DÜŞMANI

olmakla suçlandım
hep.
canım, Atina harabeleriyim ben,
biliyorsunuz.
sürekli yeniden inşa etmeye
çalışıyorum, onarım
halindeyim.

başkaları ile birlikteyken
bir şeyler eksilir
benden.
çoğu insan
genellikle neşesiz
ve ilgi uyandırmaktan
uzaktır.
yakınmalarını dinlerim,
palavralarını
ve bayat
sezgilerini
kaydederim.
esner
dururum.

onları kucaklamamı mı
istiyorsunuz benden?
onlardan nefret etmiyorum,
onları alt etmek ya da
öldürmek
istemiyorum.
onlardan uzak durmak
tek isteğim.

ben kendimi
en iyi
yalnızken
hissederim.
doğal
tarzım
bu,
o zaman
yumuşar, akarım,
biraz ışık girerse içime
o zaman
girer.

Atina harabeleri.

yaşlı serseri.

katedraldeki
karafatma.

iyi şarap.

Beyaz Ölüm'le
zihinsel konuşmalar.

altından yel değirmeni
düşleri.

hayatın içe
çekilişi.

tırmanan tutsaklık.

müşfik duvarlar.

bunu insanlığa
yeğlemek
beni insan düşmanı
yapıyorsa,
öyleyim.

sonuna kadar,
memnuniyetle

şimdi

burada

bu gece
yarın
gelecek yıl

yalnızlıkla
yalnız

nihayet.


- (  İlham Perisine Oynamak   S: 290 / 291 / 292 / 293 )

15 Nisan 2018 Pazar

BAR TABURESİ

yaşadıkça
bir barda tezgaha dökülmüş birayı
emen ıslak sineği seyretmekten başka
bir şey yapmıyormuş gibi göründüğüm
                                      zamanlarda
aslında ne yaptığımı çok iyi bildiğimi
daha iyi idrak ediyorum.
oyunu bırakıyordum,
erkenden pes
ediyordum,
şahane bir duyguydu, inanın bana,
dramatikti hatta, öyle her şeyi
bir balgam tükürür gibi tükürmek,
çekilmek,
arkanda jaluzilerle
öylece oturmak,
kafanı sadece
bir bedava içki daha bulmaya
yetecek kadar
çalıştırmak.
sıfırlanmıştım, Hiçliğin
Mareşali'ydim,
hala gençtim,
gidecek hiçbir yer olmadığını
keşfetmiştim,
asla,
ben çoktan gitmiştim oraya.
müşterilerin
şarlatanıydım.
çatlaktım.

yüreksiz bir barın
yüreğiydim.

içkiler geldi.
günler ve geceler
gitti.
yıllar gitti.

cılkı çıkmış
ezik aklımla yaşıyordum,
bazen
bir ara sokakta
kanlar içinde buluyordum kendimi, ölü
sanılıp terk edilmiş,
bir kez daha dirilmek üzere.

çok iyi biliyordum ne
yaptığımı: hiçbir şey
yapmıyordum.
çünkü biliyordum
yapacak
bir şey
olmadığını.

artık biliyorum
o zaman
bilinecek ne varsa
bildiğimi,
ve bu gece,
burada tek başıma otururken,
hala bu
uçucu
mükemmel
görüşe
takığım.
aklım beni
hiçbir yerden
hiçbir yere götürdü
ve ölüm eksik
hayat gibi,
ve diğerleri kıçlarını yırtıp
kasvetli ışığın altında dönüp dururken
bira köpüklerini emen
o sineği izleyerek
doğrusunu yaptığımdan
o denli eminim ki.



- (  İlham Perisine Oynamak   S: 249 / 250 / 251 )

GECİKMELİ

ben bir şeyde ustalaşmaya başlayıncaya kadar
diğerleri başka şeye
geçmiş olurdu.
em kötü beysbol oyuncusu iken
en iyisi oldum,
inanılmaz hızlıydım sahada,
vuruşlarım müthiş
güçlüydü,
ama artık diğerleri
eğitimle, kitaplarla ilgileniyor,
hayata hazırlanıyorlardı.
muhallebi çocuğunun teki iken
en iyi dövüşçülerden birine
dönüştüğümde
dövüşecek kimse
kalmamıştı
artık.

kız konusunda daha da gecikmiştim.
uzman bir sevgiliye dönüştüğümde
akranlarım ya evlenmişler
ya da kız kovalamaktan
usanmışlardı.
hep artıklar kaldı
bana, gudubetler, dullar,
kaçıklar, sokak
kadınları.

ben herhangi bir şeyde hep
artık önemini yitirdiği zaman
ustalaştım:
futbol, hızlı araba kullanma,
içki, kumar, şarlatanlık,
münazara, geyik, hapse girme,
kafayı yeme, ağırlık
kaldırma, kaderle gölge
boksu.

ama yalnızdım.
diğerleri oturaklı,
çocuk, iş, mortgage,
hayat sigortası ve
köpek sahibi
sorumlu vatandaşlar
olmuşlardı.

beni dehşete düşüren
bütün şeyler.

hala çocukluğunun peşinde koşan
ebleh çocuktum.
oynamaya devam etmek istiyordum
ama oyun arkadaşı
kalmamıştı.

bir kentten diğerine giderek
berduş gibi yaşadım,
bulvarlarda ve barlarda
takıldım.
hiçbir şey bulamadım, hiç kimse
bulamadım.
sefilhanelere
baktım
orada bir şeylerin
gizli olabileceğini düşünerek.
yanılmıştım.

geç başlayan biri olmak
insanı cennette ya da cehenneme de
geciktirir,
sürekli bir şeyleri yakalamaya
çalışırsın,
bir şeylere yetişmeye,
bir yöne, görünmez
bir şeye.
orada olması gerek,
orada, hissedebiliyorum,
bazen yaşlı ve yorgun garson kadının
gözlerinde görüyorum,
yastığın üzerinde uyuyan
kedinin bıraktığı
yuvarlak izde.

orada ve cenaze evlerine
beş çeker,
ayakkabılarının içinde yürüyen
milyonlara
ve her şeyin
tezahürüne,
kentler, yüzler,
gazeteler, kaldırımlar,
trafik levhaları, kiliseler,
bayraklar ve
takvimler, bütün bayağı
numara.

bu çocukluk
avcısı,
bu geç başlayan,
bu boksör, bu ayyaş
arayış içinde hala
ve biliyorum orada olduğunu,
keşfedilmemiş,
bekleyişte,
yüzyıllarca geç kalınmış,
fokurdamakta,
çözdüm onun sırrını,
odağıma girmek üzere,
siz de neredeyse
hissetmiyor musunuz?
ben
ediyorum.



- (  İlham Perisine Oynamak   S: 245 / 246 / 247 / 248 )

8 Nisan 2018 Pazar

ÇIKAR TERLİKLERİNİ AYAĞINDAN, BUDALA

güzel değil, yaşadığımız bazı günler, korkunç
sokağın ortasında ölü köpek
günleri.
anasını satayım, devam etmenin
yararı yok bazen.
gazetede okudum geçen gün,
adamın teki kıyma makinesinin içine düşüp
kıyma olarak çıkmış.
tanrılar üzerine biraz düşünmeye sevk ediyor insanı.
bazı şeyler tasarlanmış gibidir sanki,
yazı tahtasının
üzerinde çalışılmış gibi.
mukadderat, derler.
bu adam hayata
kıyma olmak üzere
gelmiş.
hayattaki asıl amacı buymuş.
önce bazı şeyler yapmasına izin vermişler.
yerini başkası dolduracak..
biri yapacak işini.
biri sizin işinizi yapacak,
benim işimi yapacak,
sizin yerinizi alacak,
benim yerimi alacak.
ve ağaçlar yapraklarını dökecekler
ve fahişeler duşun altında şarkı söyleyecekler
ve kediler bütün gün uyuyacak
ve yirminci yüzyıl yirmi birinci yüzyıla dönüverecek
ve biri ayakkabılarınızı,
kemerinizi, eski ve yeni giysilerinizi
çöpe atacak.
biri yatağınızda uyuyacak.
biri üzerinize bir avuç toprak
atacak.

kıyma makinesine düşüp
paramparça olan adama dair
bir haber okuyunca
böyle olurum.
siz ne hissediyorsunuz?
ne biliyorsunuz?
yıkılın karşımdan!



- (  İlham Perisine Oynamak   S: 196 / 197 )

KOŞUYA 12 DAKİKA KALA

dikilirken mor dağların önünde
aptal giysilerimizle, duraksıyor, etrafımıza
bakınıyoruz: hiçbir şey  değişmiyor, pekişiyor sadece,
hayatlarımız yavaşça sürünüyor, karılarımız küçümsüyor
bizi.
sonra
uyanıyoruz bir an-
atlar giriyor hipodroma:
Quick'in ablası, Mükemmel Raj, Vive le Torch,
Bayan Leuschner, Barış Savaşçısı,
Lou'nun Günaydını.

daha iyiyiz şimdi: umudun yıldırımı gibi
parlaması, gizli tanrıların kahkahası.
hiçbir zaman olduğumuz yerde gibi ya da olduğumuz yerde olmak
istemedik, bir çıkış arıyoruz, güneşten biraz
müzik, hiçbir zaman bulamadığımız kız.
mor dağların önünde
mucizeye oynuyoruz yine
atlar önümüzden
hayatlarımızdan çok çok daha güzel
geçerken.


- (  İlham Perisine Oynamak   S: 181 )

4 Mart 2018 Pazar

SEVGİLİ

batı Hollywood'daki o dairede
genellikle kentin
en berbat kancıklarıyla
takılıyordum.
kadın düşmanı olarak konuşmuyorum.
arkadaşlarım bana,
"aklını başına topla, ne yapıyorsun?" derlerdi.

yollular, katiller, mankafalar.

vücutları, saçları, bacakları,
organları vardı
ve genellikle
elbise ve topuklu ayakkabı giymiş,
içki ve sigara içip
haplanan
bir köpekbalığıyla
oturmaktan farksızdı.

geceler gündüzlere erir, gündüzler
gecelere yığılırdı
biz saçma sapan konuşup
arada sırada
tatsız tutsuz
düzüşürken.

alkol ve muhtelif haplar
yüzünden, sık sık
hayallere kapılırdım -içlerinden birinin
altın kalpli altın kız olduğuna,
beni kahkaha ve aşk dolu
o altın yola sokacağına dair
örneğin.

loş ve dumanlı ışıkta
saçlar olduğundan
daha güzel, bacaklar
daha biçimli görünür,
konuşmalar insana daha anlamlı ve
daha az hırçın gelirdi.

iyi kandırdım kendimi, hatta içlerinden
birine, en kötülerine
aşık olduğuma bile
inandırmıştım kendimi.

yani, olumsuzluğun alemi ne?

içer, haplanır, gün batımına ve
gün doğumuna dek birlikte kalır,
sekiz ya da on saat
aralıksız Scrable oynardık.
ne zaman işemeye gitsem
cüzdanımdan ihtiyacı olan parayı çalardı.
hayatta kalmayı iyi bilirdi,
kancık.

her ne yapıyorsak
onunla geçen
52 saatlik bir maraton seansından
sonra, "fikrimizi değiştirmeden Vegas'a
gidip evlenelim!" dedi.

"diyelim ki evlendik,
sonra ne olacak?"

"o zaman her istediğinde
alabilirsin," dedi bana.

ihtiyacı olan parayı çalmasına
izin vermek için
işemeye gittim.

döndüğümde yeni bir şişe
şarap açtım
ve konuyu bir daha
açmadım.

ondan sonra
eskisi kadar sık gelmez oldu,
ama başkaları vardı.
bazen birden fazlaydılar.
ikişer ikişer gelirlerdi.
arka avluda
yaşlı bir keriz olduğu haberi
yayılmıştı, bedava içki veriyor
ve cinsel talepte bulunmuyordu.
(gerçi bazen bana bir hal olur
bir tanesini kapıp
terli bir at sikişi attırırdım,
ama daha çok, hala yapıp yapamadığımı
merak ettiğim için.)

postacının kafasını karıştırıyordum.
verandada eski bir kanepe vardı ve
pek çok sabah geldiğinde
ben, mesela bunların iki tanesiyle
orada oturuyor olurdum,
sigara içip gülüşerek
otururduk o kanepede.

bir gün beni yalnız yakaladı.

"kusura bakma," dedi, "ama sana
bir şey sorabilir miyim?"

"elbette."

"zengin olduğunu sanmıyorum..."

"hayır, meteliksizim."

"bak," dedi, "ben
ordudaydım, bütün dünyayı
gezdim."

"öyle mi?"

"ve senin kadar çok
kadını olan başka bir adama
rastlamadım.
sürekli farklı bir kadın var yanında,
ya da farklı iki kadın..."

"ne olmuş?"

"sırrı ne?
yani, beni bağışla, ama biraz
yaşlısın ve Kazanova olduğun da
söylenemez."

"çirkin bile sayılırım."

mektupları bir elinden ötekine aktardı.

"sırrın ne?"

"müsait olmak."

"nasıl yani?"

"kadınlar sürekli el altında olan erkeklerden
hoşlanırlar."

"hı," dedi, sonra turunu tamamlamak üzere
uzaklaştı.

övgüsünün yararı olmadı bana.
sandığı kadar iyi değildi gördüğü.
o kancıkların varlığına rağmen
tekdüze anlamsızlıklar, umutsuzluk,
ve daha da kötü duygularla dolu
kutsallıktan uzak
dönemler yaşanıyordu.

yerime döndüm.
telefon çalıyordu.

kadın sesi duymayı
umdum.



- (  İlham Perisine Oynamak   S: 164 / 165 / 166 / 167 / 168 / 169  )

25 Şubat 2018 Pazar

KÖTÜ BİR GÜN

deniz anasının bir amacı var,
sırtlanın,
kenenin,
sıçanın,
hamam böceğinin,
her biri kendi ışığı ile
dopdolu.

benim ışığım
sönük.
kim yaptı bunu
bana?


- (  İlham Perisine Oynamak   S: 141 )

SAKIN

sakın insanlar üzerine kurma
temelini,
ne genç kızların üzerine,
ne yaşlı kızların,
ne genç adamların,
ne yaşlı adamların,
ne de aradakilerin,
hiçbirinin,
sakın insanlar üzerine kurma
temelini.

onun yerine
kumun üzerine kur,
doldurulmuş toprağın üzerine,
foseptik çukurlarının üzerine,
suyun üzerine,
insanların üzerine kurma
yeter ki.

kötü seçimlerdir insanlar,
seçimlerin en kötüsü.

başka yere kur,
neresi olursa,
insanların üzerine kurma
sakın,
o beyinsiz, kalpsiz
yığınlar ki
yüzyılların,
günlerin,
gecelerin,
kasabaların, kentlerin,
ülkelerin,
yeryüzünün,
stratosferin,
ışığın
içine etmekte,
bütün olasılıkların
içine etmekte,
burada,
o zaman
şimdi
yarın.

her şey,
insanlarla kıyaslanınca,
aramaya değer
bir temel oluşturur.

her şey.


- (  İlham Perisine Oynamak  ; S: 106 / 107  )

SIR


tasalanma, kimse o harikulade
kadına sahip değil, öyle görünse bile,
ve kimse o tuhaf ve gizli güce sahip
değil, kimse sıradışı ya da olağanüstü ya da
sihirli değil, öyle görünse bile.
bir kandırmaca her şey, numara, yutturmaca,
kanma, inanma.
dünya yaşamları ve ölümleri yararsız insanlardan
geçilmiyor, bunlardan biri havaya
sıçradığında ve tarihin ışığı onları aydınlattığında,
unut gitsin, göründüğü gibi değil, budalaları
uyutmak için bir başka numara sadece.

güçlü adamlar yok, harikulade
kadınlar yok.
en azından, bunu bilerek
ölebilir
mümkün olan
tek
zafere
sahip olabilirsin.


- (  İlham Perisine Oynamak  ; S: 55  )