5 Aralık 2014 Cuma

CENNETİN PENÇELERİ

tahtadan kelebek
karbonat  tebessüm
talaş sineği-
göbeğimi seviyorum
ve içki satan adam bana
"Bay Schiltz," diyor
hipodromdaki gişeciler
"SAİR BİLİR!" diye bağırıyorlar
kuponlarımı paraya tahvil
ettiğimde.
hatunlar
yatakta ve yatak dışında
beni sevdiklerini söylüyorlar
ben ıslak beyaz ayaklarla
dolaşırken.

sarhoş gözlü albatros
Temel reis'in boklu şortu
Paris'in tahtakuruları,
barikatları yıktım
ve otomobili
akşamdan kalmalığı ve
gözyaşlarını
ezberledim
ama trafikte arabaların
bir kediyi ezip geçmelerini seyreden
okul çocuğu gibi biliyorum
son hükmü.

kafatasımın kubbesinde
bir buçuk santimlik bir çatlak
var.
dişlerimin çoğu
önde. süpermarketlerde birden
başım döner.
viski içtiğimde kan
kusarım ve hiç
uğruna hayatımdan
çıkan,
kaybolan,
iyi kadınları düşününce
elem hissederek denli
hüzünlenirim:
Pasadena yolculukları,
çocuk piknikleri,
lavabo borusundan kayıp
giden dişmacunu
kapakları.

sübyanlar kadınlığa
geçer ve
makineliler
gözkapaklarından daha ince
bir duvarın arkasına
sinmiş bendenize doğrultulmuşken

içmekten
atlara ve
şiire
oynamaktan başka çare yok.

yapılan bütün hatalardan
başka
savunmak yok.

bu arada
duş yapıyor
telefona cevap veriyor
yumurta haşlıyor
devinimi ve artıkları inceliyor
ve kendimi
yanımdaki kadar
mutlu hissediyorum
güneşin altında yürürken.

- ( sarhoş çal piyanoyu
    vurmalı çalgı gibi
    parmaklar biraz
    kanamaya başlayana dek, Sayfa: 127/128/129 )

23 Ekim 2014 Perşembe

ALIŞILAGELMİŞ SON

   Erkekler futbol seyreder, bira içip bowling oynarken onlar, kadınlar, bizim hakkımızda düşünüyor, bizi inceliyor, karar vermeye çalışıyorlardı -bizi bıraksalar mı, atsalar mı, değiştirseler mi, öldürseler mi, yoksa sadece terk mi etseler? Uzun vadede fark etmiyordu; ne yaparlarsa yapsınlar yalnızlık ve delilikti sonumuz.

 - KADINLAR ( SAYFA: 261 )

KISIR DÖNGÜ

   Bir bardak şarap daha içtim. Güzel bir bahar temizliği yapmaya niyetlenmiş, ama başaramamıştım. Giderek daha kötü hissediyordum kendimi. Bunalım ve intihar kötü beslenmenin bir sonucudur genellikle. Son zamanlarda iyi besleniyordum ama. Eski günleri düşündüm, günde bir parça çikolatayla beslendiğim, Atlantic Monthly ve Harper's'a elle yazılmış öyküler yolladığım günleri. Yemekten başka bir şey düşünemezdim. Vücut beslenmeyince, zihin de aç kalıyordu. Ama son zamanlarda fevkalade besleniyor, çok güzel şaraplar içiyordum. Bu da düşüncelerimin doğru olduğunu kanıtlıyordu. Herkes kendinin özel, ayrıcalıklı, müstesna olduğunu düşünüyordu. Balkonundaki saksıları sulayan kocakarı bile. Ben müstesna olduğumu düşünüyordum çünkü elli yaşında fabrikalardan çıkıp şair olmuştum. İyi bok yemiştim! Çaresizlik içinde olduğum günlerde patronlar ve müdürler nasıl üzerime işemişse, şimdi de ben herkesin üzerine işiyordum. Aynı kapıya çıkıyordu. Kıytırık bir ün sahibi, köküne kadar çürümüş götün tekiydim.

- KADINLAR ( SAYFA: 259 )

22 Ekim 2014 Çarşamba

KADINLAR

   Ayrılıkları düşündüm, ne kadar zor olduklarını, ama bir kadından ayrılmadan başka bir kadınla ilişkiye giremiyordun. Kadınları gerçekten tanımak, içlerine nüfuz etmek için onların tadına bakmak gerekiyordu. Erkeği kafamda tasarlayabiliyordum, çünkü ben de erkektim; ama kadınları yeterince tanımadığım için onlar hakkında yazamıyordum. Bu yüzden onları elimden geldiğince araştırıyor, içlerinde insani şeyler keşfediyordum. Yazma faslı unutulmalıydı. Yaşanan tamamlanmadan hakkında yazmak yazıyı yaşananın gölgesinde bırakmak demektir. Yazmak işin tortusuydu sadece. Bir erkeğin kendini hissedebileceği kadar sahici hissetmesi için bir kadın tanıması gerekmiyordu, ama bir kaç tane tanımanın da zararı yoktu. Böylece ilişki bittiğinde kendini gerçekten yalnız ve delirmek üzere hissetmenin ne olduğunu öğreniyor, sonun geldiğinde neyle yüzleşeceğine dair fikir sahibi oluyordun. 
   O kadar çok şey vardı ki beni duygulandıran; yatağın altında bir kadın ayakkabısı; etajerin üstünde unutulmuş saç tokası; "çişim geldi.." deyişleri; saç kurdeleleri; öğlenin bir buçuğunda onlarla çıkılan bulvar yürüyüşleri; içki, sigara ve muhabbet dolu o uzun geceler; tartışmalar, intiharlar; birlikte yiyip kendini iyi hissetmek; nerden geldiğini anlamadığın şakalar ve kahkahalar; havadaki mucize duygusu; arabayı park edip içinde  oturmak; sabahın üçünde eski sevgilileri kıyaslamak; anneler,çocuklar, kediler, köpekler; bazen ölüm ve bazen boşanma, ama hep sürdürerek, halletmeye çalışarak; bir sandviç büfesinde tek başına gazete okurken onun şimdi zeka seviyesi 95 olan bir dişçiyle evli olduğunu düşünüp efkarlanmak; hipodromlar; park gezintileri, piknikler; kodesler bile; onun sıkıcı arkadaşları; senin içkin, onun dansı, senin onu boynuzlaman, onun seni boynuzlaması; onun hapları, senin aldatmaların, onun aldatmaları; birlikte uyumak...
    Varılacak bir hüküm yoktu, bir seçim yapmak zorundaydın. İyiliğin ve kötülüğün ötesinde fikri teoride iyiydi, ama yaşamı sürdürmek için seçim yapmak zorundaydın; kimi diğerlerinden daha müşfikti, kimi seninle daha ilgili; bazen de dış görünüşü harikulade ama içi buz gibi olanlar da gerekebiliyordu; sırf eğlence olsun diye, iki paralık boktan filmler gibi. Daha müşfik olanlar daha iyi düzüşüyorlardı gerçekten; onlarla bir süre takıldıktan sonra gözüne harikulade görünmeye başlıyorlardı, çünkü harikuladeydiler gerçekten. Sara'yı düşündüm, o fazladan şey vardı onda. Şu lanet Drayer Baba* DUR levhasıyla karşımıza dikilmese her şey güllük gülistanlık olacaktı.

    * DRAYER BABA: Liza'nın inandığı dinin tanrısı. Ve Liza'nın inandığı bu dine göre evlendiğin insanla cinsel bir birliktelik yaşayabiliyordun. Bu durum da Buk'la Liza arasına cinsel açıdan engel koymaktaydı. 

 - KADINLAR ( SAYFA: 245/246 )

BUK TARZI

   Bardağı dipledim, şişede kalan son şarabı koydum. Playe del Ray'deydim. Soyunup elbiselerimi kanepeye fırlattım. Hiç bir zaman iyi giyinen biri olamadım. Gömleklerim soluk ve küçüktü, beş altı yıllık, paçavra. Paltolonlarım da öyle. Alışverişten nefret ediyordum, tezgahtarlardan nefret ediyordum; sizi küçümser, hayatın sırrını keşfetmiş gibi davranırlardı.Benim sahip olamadığım bir özgüvene sahiptiler. Ayakkabılarım her zaman eski ve buruşuktu, ayakkabı mağazalarında da nefret ederdim. Elimdeki kullanılmaz hale gelinceye dek hiç bir şey satın almazdım, araba dahil. Bir satıcıya gereksinimi olan bir alıcı olamadım hiçbir zaman; özellikle satıcı bu kadar yakışıklı, soğuk ve üstünken. Hem, zaman alıyordu bütün bunlar, ayaklarını uzatıp içmek varken.

 - KADINLAR ( SAYFA: 227 )

DÜRÜSTÇE KAZANMAK

 ... İçkilerimizi yudumladık.
"Kadınlar hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordu.
"Düşünür değilim ben. Her kadın farklı. Temel olarak en iyi ile en kötünün bir karışımı gibi görünüyorlar bana. Hem büyüleyici hem de korkunç. İyi ki varlar ama."
"Kadınlara nasıl davranırsın?"
"Onlar bana benim onlara davrandığımdan daha iyi davranırlar."
"Adil mi bu sence?"
"Adil değil, ama öyle."
"Dürüstsün."
"Tam de değil."
"Yarın o kıyafetleri aldıktan sonra senin için giymek istiyorum. En çok hangisini beğendiğini söylersin."
"Tabii. Ama ben uzun kıyafet seviyorum. Klas."
"Her türden alacağım."
"Ben üstümdekiler paralanıncaya kadar giysi satın almam."
"Senin masrafların farklı alanlarda."
"Liza, bu içkiden sonra yatağa gidiyorum, tamam mı?"
"Elbette."
   Çarşafını, battaniyesini ve yastığını önceden yere istiflemiştim.
"Battaniye yeterli olacak mı?"
"Evet."
"Yastık iyi mi?"
"Tabii."
   İçkimi bitirdim, kalktım ve ön kapıyı kilitledim.
"Seni içeri hapsetmiyorum, korkma."
"Korkmuyorum..."
   Yatak odasına gittim, ışığı söndürdüm, soyundum ve çarşafların arasına girdim. "Gördün mü?" diye bağırdım, "sana tecavüz etmeye yeltenmedim."
"Oo," dedi, "keşke yeltenseydin!"
Çok inandırıcı değildi, ama duymak hoşuma gitti. İyi oynamıştım elimi. Liza bir gece bekleyecekti.

- KADINLAR ( SAYFA: 203 )

RUSLAR ÜZERİNE

 Ölmeyi beklerken yapacak şey arıyordu insanlar. Seçim sahibi olmak güzeldi. Ben kendi seçimime başvurdum. Votka şişesini kaldırıp asıldım, sek. Aptal değildi bu ruslar.

 - KADINLAR ( SAYFA: 190 )

ELBET İÇİYORDUN

 İçmenin sonu bu, diye geçirdim içimden kendime bir içki koyarken. Kötü bir şey olduğunda unutmak için içiyordun; iyi bir şey olduğunda kutlamak için içiyordun; hiç bir şey olmazsa bir şeyler olsun diye içiyordun.

 - KADINLAR ( SAYFA: 184 )

17 Ekim 2014 Cuma

YOKLUKTAKİ MUTLULUK

   O gece yarım şişe kırmızı şarap içti, kaliteli kırmızı şarap, yine de kederli ve sessizdi. Beni boks maçlarındaki ve hipodromlardaki insanlarla özdeşleştirdiğini biliyordum; ve doğruydu, onlarla birdim, onlardan biriydim. Sağlıklı insanların olduğu anlamda sağlıklı biri olmadığımın farkındaydı Katherine. Hep yanlış şeylere meyletmiştim: içmeyi seviyordum, tembeldim, tanrım yoktu, siyasetim yoktu, fikirlerim yoktu, ideallerim yoktu. Hiçliğe razıydım; yoktum aslında, ve bunu kabullenmiştim. Bu ilginç kılmıyordu beni tabii ki. İlginç olmak da istemiyordum zaten, fazlasıyla zahmetliydi. Tek isteğim yumuşak ve puslu bir yerde bir başıma, rahatsız edilmeden yaşamaktı. Diğer taraftan, içince nara atıyor, sapıtıyor, kontrolden çıkıyordum. Genel halimle sarhoş halim çelişiyordu. Umursamıyordum.

 -KADINLAR ( SAYFA: 110 )

EKSİK

   Tuhaf bir duyguydu Katherine'le orada olmak. İnsan ilişkileri tuhaftı. Demek istediğim, bir süre biriyle birlikte oluyor, yatıyor, sevişiyor, konuşuyor, geziyor, hayatını paylaşıyordun. Sonra bitiyordu. Bir süre kimseyle birlikte olmuyordun, sonra bir başka kadın çıkıyordu karşına, bu sefer onunla yiyor, onunla düzüşüyordun ve her şey çok doğal görünüyordu; siz hep onu, o da hep sizi beklemiş gibi. Hep eksik hissettim kendimi yalnızken; iyi hissettiğim de oldu, ama hep eksik.

 - KADINLAR ( SAYFA, 106 )

SAVAŞÇI

   Kadın olsaydım fahişe olurdum şüphesiz. Erkek doğduğum için kadın arzuluyordum sürekli,  ne kadar aşağılık olursa iyiydi. Ama yine de kadınlar -iyi kadınlar- korkutuyorlardı beni, çünkü er yada geç ruhuna sahip olmak istiyorlardı, oysa ben ruhundan artakalanı kendime saklamak istiyordum. Esasen fahişeleri arzuluyordum, çünkü ölümcül ve acımasızlardı, özel isteklerde bulunmuyorlardı. Gittiklerinde hiç bir şey yitirilmiş olmuyordu. Ama bedeli fahiş de olsa sevecen, iyi bir kadının özlemini çekiyordum. Güçlü erkek ikisinden de vazgeçerdi. Oysa ben kadınlarla, kadın fikriyle savaşmayı sürdürüyordum.

 - KADINLAR ( Sayfa: 81)

KADINDA YANILIR

   Lydia ile ayrılık yaratmak sorun değildi. Yalnızlığı seven, bir kadınla birlikte yaşamaktan, onunla yemek yemekten, uyumaktan, sokakta yürümekten mutlu olan biriydim. Ama konuşmaktan ya da hipodrom ve boks maçları dışında bir yerlere gitmekten hoşlanmıyordum. Televizyonu anlamıyordum. Sinemaya gidip başkalarıyla oturmak, onların duygularını paylaşmak için para ödemek aptalca geliyordu bana. Partilerden iğreniyordum. Oynanan kirli oyunlardan, asılmalardan, amatör sarhoşlardan, can sıkıcı tiplerden nefret ediyordum. Ama partiler, dans etmek, havadan sudan konuşmak hayat veriyordu Lydia' ya. Seks bombası olarak görüyordu kendini. Ama biraz fazla abartıyordu. Dolayısıyla benim yalnız kalma isteğim onun her fırsatta mümkün olduğunca çok insanla birlikte olma isteğiyle sık sık çarpışıyordu.
   Mindy'nin gelmesine iki gün kala ben başlattım. Yataktaydık.
   "Lydia, allah aşkına, neden bu kadar aptalsın? Benim münzevi biri olduğumu anlamamakta neden ısrar ediyorsun? Yazabilmem için gerekli bu."
   "İnsanlardan kaçarsan onlar hakkından nasıl bilgi edineceksin?"
   "Yeterince bilgim var onlar hakkında."
   "Restorana gittiğinde bile başın öne eğik oturuyor, kimseye bakmıyorsun."
   "İştahımı neden kaçırayım."
   "Ben gözlerim insanları dedi, "Onları incelerim."
   "S.ktir."
   "Sen insanlardan korkuyorsun!"
   "Nefret ediyorum."
   "Ne biçim yazarsın sen? Gözlem yapmıyorsun."
   "Kabul, insanlara bakmıyorum, ama hayatımı yazarak kazanıyorum. Koyun gütmekten iyidir."
   "Kalıcı olamayacaksın. Asla yükselemeyeceksin. Her şeyi yanlış yapıyorsun.
   "Bu yüzden başarılıyım zaten."
   "Başarılı mı? Kaç kişi biliyor kim olduğunu? Mailer gibi ünlü müsün? Ya da Capote gibi?"
   "Onlar yazamıyor."
   "Ama sen yazabiliyorsun! Bir tek Chinaski yazabiliyor!"
   "Evet, ben böyle hissediyorum."
   "Ünlü müsün? New York'a gitsen kim tanır seni?"
   "Umurumda değil. Tek isteğim yazmak. Borazanlara ihtiyacım yok."
   "Doyamazsın sen borazanlara."
   "Belki."
   "Ünlü biri gibi davranmak işine geliyor."
   "Ben hep böyle davrandım. Yazmaya başlamadan öncede böyleydim."
   "Hayatımda tanıdığım en az bilinen ünlü sensin."
   "Yeterince azimli değilim, hepsi bu."
   "Hayır, azimlisin ama tembelsin. Ayağına gelsin istiyorsun. Hem sen ne zaman yazıyorsun? Ya ayaktasın, ya sarhoşsun, ya da hipodromdasın."
   "Bilmiyorum. Önemli değil."
   "Nedir önemli olan öyleyse?"
   "Sen bana söyle," dedim.
   "Söyleyeyim!" dedi Lydia. "Uzun zamandan beri parti vermedik. İnsan görmeyeli çok uzun zaman oldu! Ben SEVERİM insanları. Kız kardeşlerim parti severler. Bin kilometre yol kat ederler bir partiye gitmek için! Biz böyle yetiştik Utah'da! Parti sevmemek için bir neden yok. İnsanların bir araya gelip iyi vakit geçirmelerinden daha doğal bir şey olamaz! Delice bir saplantın var senin. Eğlencenin s.kişle biteceğini sanıyorsun! Tanrım, insanlar, iyidir! Sen eğlenmeyi bilmiyorsun!"
   "İnsanları sevmiyorum," dedim.
Yataktan fırladı. "Tanrım, midemi bulandırıyorsun!"
   "Pekala, sana biraz yer açayım öyleyse."
Yatağın kenarına oturup ayakkabılarımı giymeye başladım.
   "Yer açmak mı?" diye sordu Lydia. "Ne kastediyorsun yer açmaktan?"
   "Burdan çıkıyorum, kastettiğim bu!"
   "Pekala, ama şunu dinle: bu kapıdan çıkarsan beni bir daha göremezsin."
   "Anlaştık."
Kalktım, kapıya gittim, açtım, kapattım ve Volks'a doğru yürüdüm. Arabayı çalıştırıp gazladım.


- KADINLAR ( Sayfa: 76/78)

7 Ekim 2014 Salı

küçük bir atom bombası









ah, küçük bir atom bombası verin bana
fazla büyük olmasın
küçücük
sokakta gezinen bir atı öldürmeye yetecek kadar
ama hiç at yok ki sokakta

öyleyse, saksıdaki çiçekleri uçurmaya yetecek kadar
ama hiç çiçek
görmüyorum
sokakta

aşkımı korkutmaya
yetecek kadar
öyleyse,
ama aşkım
yok ki

kirli ve sevimli bir çocuğu yıkar gibi
küvetimde yıkayabileceğim
bir atom bombası
verin bana
öyleyse

( küvetim var )

düğme burunlu
pembe kulaklı
Temmuz ayında
iç çamaşırı gibi kokan
bir atom bombası, general

aklımı kaçırdığımı mı düşünüyorsunuz?
düşüncelerinize bakarak
ben de sizin aklınızı kaçırdığınızı
düşünüyorum:
başkası yollamadan
siz yollayın bir tane.

- ( sarhoş çal piyanoyu
     vurmalı çalgı gibi
     parmaklar biraz
    kanamaya başlayana dek, Sayfa: 40/41 )

17 Eylül 2014 Çarşamba

VE GELİR, ACI.

   Tuhaf şey acı. Kuşu avlayan kedi, trafik kazası, yangın... Acı gelir, GÜM, ve oradadır, üzerinize oturur. Gerçektir. Ve başkalarına bir ahmak gibi görünürsünüz. Birden bire aklınızı yitirmişsiniz gibi. Neler hissettiğinizi anlayan, nasıl yardım edileceğini bilen birini bulmaktır tek ilaç.

- ( KADINLAR, SAYFA:55 )

AYNI HAYATLAR, FARKLI İNSANLAR

   Donny içkileri getirdi ve Dee Dee ile muhabbete girdi. Aynı insanları tanıyor gibiydiler. Ben hiçbirini tanımıyordum. Kolay değildi beni heyecanlandırmak. Umurumda değildi. New York'u sevmiyordum. Hollywood'u sevmiyordum. Rock müziğini sevmiyordum. Hiç bir şey sevmiyordum. Korkuyordum belki de. Evet, evet -korkuyordum. Perdeleri çekilmiş bir odada tek başıma oturmak istiyordum. Doyamazdım ona. Deliydim. Kaçık. Ve Lydia gitmişti.
   İçkimi bitirdim, Dee Dee bir tane daha söyledi. Kendimi metres gibi hissetmeye başlamıştım, harika bir duyguydu. Kasvetimi dağıtıyordu. Beş parasız olup kadının tarafından terk edilmek kadar kötü bir şey daha yoktur. İçki yok, iş yok; duvarlar sadece, oturur duvarları seyreder ve düşünürsün. Buydu kadınların intikamı, ama onlara da acı veriyor, onları da zayıflatıyordu. Ya da ben böyle olduğuna inanmak istiyorum.
   Kahvaltı güzeldi. Değişik meyvelerle süslenmiş bir yumurta... ananas, şeftali, armut... biraz ceviz, baharat. İyi bir kahvaltıydı. Kahvaltıyı bitirdik, Dee Dee bana bir içki daha söyledi. Dee Dee hoştu, muhabbeti kararlı ve eğlendiriciydi. Beni güldürebiliyordu, gülmeye ihtiyacım vardı. Kahkaham içimde bir yerde kükremeyi bekliyordu: HAHAHAHAHAHA, ooo tanrım, HAHAHA. Öyle iyi oluyordu ki kükrediğinde. Hayata dair bir şeyler biliyordu Dee Dee. Birimizin başına gelenin çoğumuzun başına geldiğini biliyordu. Hayatlarımız o kadar farklı değillerdi -farklı olduğunu düşünmekten hoşlansak bile.

- ( KADINLAR, SAYFA:54 )
 

SEVİLMEYİ HAK ETMEYEN ADAMLARA

Dee Dee bir bardak şarap daha koydu. Güzeldi şarap. Dee Dee' den hoşlanıyordum. İşler yolunda gitmediğinde insanın sığınabileceği bir yeri olması hoştu. İşler kötü gittiğinde ortalıkta kimseciklerin olmadığı günleri anımsadım. Böylesi daha iyi olmuştu benim için belki. Öyleyse ? Ama benim için iyi olanla ilgilenmiyordum. Kendini nasıl hissettiğimle ve kötü hissettiğimde buna son vermekle ilgileniyordum. Tekrar iyi hissetmekle.
   "Seni üzmek istemiyorum, Dee Dee," dedim. "Kadınlarla her zaman iyi değilimdir."
   "Seni sevdiğimi söyledim sana."
   "Yapma. Sevme."
   "Pekala," dedi, "sevmem seni, ama neredeyse severim. Öyle olur mu? "
   "Öbür türlüsünden çok daha iyi."
  Şaraplarımızı bitirip yatağa girdik...

- ( Kadınlar, Sayfa:52 ) 

31 Ağustos 2014 Pazar

BUKOWSKİ BUKOWSKİ ÜZERİNE

   Pis Moruğun Notları, Essex House, paperback, 255 sayfa. Yazarın önsözüyle. 1.95$. Yazan Charles Bukowski, eleştiren CHARLES BUKOWSKİ

   Geçen gece birlikte içtiğim arkadaşım şöyle dedi, gerçi ben de söylemiş olabilirim: "İnsanın kendi bokunun kokusunu sevmemesi fevkalade güçtür." Sıçtıktan sonra sıçtığımıza baktığımızda bir şekilde kendimizle gurur duymamızdan konuşuyorduk.
   Şimdi, böyle bir giriş çakallara, zehirli-sarmaşık çocuklarına, üniversiteli-sarmaşık çocuklarına arayıp da bulamadıkları fırsatı sunacak, bu yüzden onları önce doyurmak için yemlerini hemen veriyorum. Sülükleri üzerimizden attıktan sonra edebimizle konuşmaya başlayabiliriz. Şimdiye dek 44 yaşam boyu yetecek kadar Creeley-Üniversitesi kabusu yaşamışlığım var.
   Yatağa girdim -severim yatağı, yatağın İnsanlığın en büyük icatlarından biri olduğu kanısındayım -çoğumuz orada doğar, orada ölür, orada düzüşür, orada otuzbir çeker, orada düş görürüz.
   Ben biraz çatlak ve inançsız biriyim, bu yüzden Kirby'nin en iyi köşe yazılarımı elediğini tahmin ederek tek başıma otuzbirli çarşaflarımın arasına girdim. Kirby ya da Essex House hakkında bir şey bildiğimden değil; dünya deneyimimden yola çıkarak konuşuyordum -sayfalara göz gezdirdim ve hiçbir şeyi kesip atmamışlardı, herşey oradaydı -atıp tutmalar, edebi, edebi olmayan, sekse dair, abazanlığa dair, bütün siğilli çığlık ve deneyim torbası.
   Onurlandırıcıydı.
   Onuru severim. Kapağı kusursuzdu, ayrıca özenle dizilmişti, Pis Moruğun Notları, 0115.
   Yatağa girdim ve kendi öykülerimi okumaktan haz duydum. Bir şiiri yazdıktan sonra tekrar okursam kusma ve ziyan duygusundan başka bir şey hissetmem. İnsanlar bazen bana eski şiirlerimden alıntılar yaparlar ve neden söz ettikleri hakkında hiç bir bilgim yoktur. Akşamdan kalma olduğumda bana, "dün gece 23 kişiyi evden kovdun ve karımı düzmeye kalkıştın," demelerinden farksız
   Biliyor musunuz, bana palavra sıktıklarını düşünüyorum.
   Fakat öyküleri, yatağa uzanmış okurken, beğendim doğrusu. Ne boktan laf, değil mi? Sanırım çarşafların arasında bütün o deneyimlerimi okumak taktı bana boynuzları. Hayatımın günlerine ve gecelerine dair okurken hala hayatta ve yürüyor olabilmeme şaştım.
   Bir insan harman makinesine girip kanına, kafasının içindeki Yaz güneşine sahip çıkmayı kaç kez başarabilir? Kaç kötü cezaevi, kaç kötü kadın, kaç ufak tefek kanser, kaç patlak lastik, kaç bu kaç şu ya da ne ya da ne?...
   Samimiyetle söylüyorum, kendi öykülerimi rahat bir şaşkınlıkla okudum, kim olduğumu unutarak, neredeyse, neredeyse, ve içimden,
   Hmmmmm, hmmmmmm, bu orospu çocuğu gerçekten yazabiliyor, diye geçirerek.

   Başka yazarlar hatırlıyorum. Çehov, G.B. Shaw, Ibsen, Irwın Shaw, Gogol, Tolstoy, Balzac, Shakespeare, Ezra Pound ve başkaları şevkimi kırdılar. Hepsi edebi biçimi gerçekliğin ve hayatın kendisini yaşamanın önüne koyuyordu. Başka deyişle ya da daha açık bir biçimde, bu adamların her biri hayatın kötü olabileceğini fakat bunu kendi özel edebi tarzlarında söyledikleri müddetçe sorun olmadığını düşünüyorlardı.
   Olabilir. Oyun oynamayı seversen.
   Ve sanıyorum profesörler şimdi öğrencilerin de artık oyun oynamaktan sıkıldıklarını keşfediyorlar.
   Pekala, Pis Moruğun Notlarına dönelim.
   Öyküleri ve fantezileri tekrar okurken onları şaşırtıcı ve yakıcı buldum. İçimden, Tanrım, Pirandello'dan beri bu kadar iyi bir öykü yazarı gelmemiştir, diye geçirdim. O zamandan beri en azından. 
   Bunu söylemek hoş değil, ama kitabın okumaya değer olduğunu düşünüyorum. Henüz analarının rahminden doğmamış bakire kütüphanecilerin bundan iki yüzyıl sonra, benim lanet aptal kafatasım solucanlar, sincaplar  ve diğer yeraltı yaratıkları için boktan bir oyun alanına dönüştükten çok sonra, çiçekli külotlarına boşalacaklar.
   Ha, bir şey daha.
   On yıl sonra 1.95$'lık nüshanız 25$ edecek. Yeterince uzun yaşarsanız ve bomba son noktayı koymazsa, kitapla bir aylık kiranızı ödeyebilirsiniz.
   O zaman dek, deli gibi okuyun, yalayıp yutun ve büyüyün büyüyebildiğiniz kadar.

- ( KAHRAMANIN YOKLUĞU, SAYFA 59/61 )

13 Ağustos 2014 Çarşamba

BARIŞI SATMAK, YAVRUM, ZORDUR.

Sevgili John Bryan:
... Bak, savaş konusunda, sana şiir formunda bir şey göndermeyeceğim çünkü az önce başka bir dergiye havan toplarında nasıl yırttığıma dair bir yazı yazdım ve şimdi çüküm öylece sarkıyor. Aynı konuda ve aynı tarzda şiir yazıp durursan sen de o tarzda aynı şey olursun, ki-hiçtir.  
   Bu konuda sana biraz palavra sıkabilirim ama. (Sessiz karmaşada taşakların titreşmesinin üstüne yoktur.) Nereden başlanır? Paramparça olup farklı bir şey için ölmek korkunç olsa gerek... her yüzyıl, her 50 yıl, her 20 yıl. Bir yerde İnsan'ın yerini insan yapımı ve insandan daha zeki robotların alacağını okudum. Olacağına bak: tek yapmaları gereken yağmurun ve yıldırımın altında durmamak ve yıpranan parçaları değiştirmek... diş ağrısı, basur ya da düzüşmek gibi sorunlarla uğraşmayacaklar. Yapacak bir şey arayışıyla ortalıkta dolanacaklar ve yapacak fazla bir şey bulamayacaklar çünkü yemek gibi bir dertleri olmayacak, kira ödeyecek kadar aptal olmayacaklar, ayyaş hücresine düşerlerse de tadını çıkaracak kadar akıllı olacaklar. Fakat merak ediyorum, bu yavrular; acıyı, merhameti, şefkati, sevgilinin başka birinin kollarına gidişinin anlamını asla bilemeyecek olan bu yavrular, savaştan uzak duracak kadar zeki olabilecekler mi? Öyle olacaklarını düşünmek isterim -geçmişimizin bu teneke gölgelerinin son hastalığı silip süpürmesini. Fakat nedendir bilmiyorum -bu boğuşan teneke kitlelere dair fotoğraflar çakıyor zihnimde... ezilmiş elektrikli gözler... bakırdan çiçeklerin arasına yayılmış harikulade gümüşi beyinler... Tanrım, sorun ne? Sorun ne ?
   Şimdi, hemen başlayacağım ve sana bu hayalleri neden gördüğümü ve savaşı durdurmanın neden bu kadar zor olduğunu söyleyeceğim. Bu daha çok madeni paranın paslı yüzü, caymanın sundurması, ve iyi iş görmez, hiç bir zaman görmedi, çünkü barış için heyecan duymak zordur, ya da iman etmek, ya da seksüel yaklaşmak, ya da bayrağın ucuna bağlayıp sallamak, ya da her neyse. Sözcükleri sen döşe: ben yorgunum. Yani, padre, barış Pazar çanı kadar yatıştırıcıdır. Barış için ulusal marşlar yazılmaz, kızlar önünde barış için soyunmaz, hiç bir zaman görmeyeceğin kentler ve sular ve tepeler ve gün batımları ve fahişeler görmezsin, yabancı bir kentte bilmediğin bir dilde sarhoş olmazsın ve valinin karısını çimdiklemezsin kaybedecek bir şeyin olmadığı için. Savaş sanat bile yaratır, savaş olmasaydı Hemingway şişman ve osuruklu bir matadorun pembe gözlü şarapçı picadoru olurdu. Savaş ona batı yarı kürenin şaşı yarasalarına bir peri masalı uydurması için altın kapıyı açtı. Barış Salıque gibi geliyor bana. Barışı pazarlamak, yavrum, zor. Neden, neden, neden, neden, kahretsin, neden?? ??. Kalafatını ayarla, anlatacağım. İnsanlar barışın ne olduğunu bilmiyorlar çünkü insanlar(çoğunluk) sözde barış zamanında bile barışa hiç sahip olmadılar. Sen karar ver. Bir çocuk düşün, küçük bir çocuk. Doğru dürüst yürümeye başladığı andan başlayarak onu okula gönderirler, beyni henüz yumuşakken, ve işlerler -ülkesinin ülkelerin ülkesi olduğunu söylerler. Meksika'da yaşıyorsa Meksika'dır o ülke. Fasulyeden gına gelmiştir, ama ileride güzel şeyler olacaktır. Brezilya'da yaşıyorsa, tamam, Brezilya. Ne diyeceklerini sanıyorsun onlara, Bermuda mı? İşlerine ihtiyaçları vardır. Almanya eşittir Almanya. Rusya Rusya'dır. Dünya ideolojilerine rağmen... Rusya başı oluşturuyor sanki, diğerleri bacakları... Aynı bizim gibi, başka ulusal sanayilerin mali kontrolünü ele geçirerek... Bizim için çalışmalarına izin vererek onlara özgürlüklerini bağışlıyoruz. Ama şimdilik bir kenara koyalım bunu. Şu toy çocuğa geri dönelim. İleride kendini bir bar aynasını karşısında salya sümük nereye gittiğini merak ederken bulacak olan taze fidanımıza. Sonra küçük yumuşak kıçına kilise yapışır ve Gökteki Adam'ı anlatır ona. Dostum, bu hayli ürkütücü bir şey. Çoğumuz geçmek zorunda kaldık oradan... kesinlikle masa-altı yüzdeleriyle... fakat elimizi masaya açıp kader dedik. Öyleyse, bu çocuk, bu ufaklık, bu bebek, küçük salam parçası, halihazırda açık ovaya çıkartılmış ve başı döndürülmüştür, hiç bir şansı kalmamıştır... o, samimiyetle söylüyorum, barış alanının tamamen dışındadır artık: sadakati onaylanmış ve ruhu demir yollarına gönderilmiştir, çünkü gitmesi gereken yer orasıdır.  ( Bir barakudayı iki gözünün ortasından vurabilirsin ama yine de cehenneme gitmez çünkü cehennemin nerede ya da ne olduğunu bilmez. Öte yandan, güzel baktık icabımıza, nihayet, Siktir.)
   Sabahın dörde beş kalasında yatağa uzanmış yeşil kapaklı çizgili Empire Wire-Glo defterine kurşun kalemle bunu yazarken sana -sigaram bitti ve yatağın yanındaki eski iskemlenin üzerinde duran çay fincanı dolusu izmaritleri içiyorum ve sana kan dökülmesin merhametini kutsayıp ona tapınmanın zor olduğunu anlatmaya çalışıyorum; sana barışı pazarlamanın neden bu kadar zor olduğunu anlatmaya çalışıyorum; çünkü sadece ay ışığında koşturan az sayıda, çok az sayıda, çok çok az sayıda canım tavşan bilir barışın ne olduğunu!!
   Şu piçe dönelim tekrar, henüz uyumadıysan. Matematik öğretirler çocuğa. Washington'un Delaware'i aştığını anlatırlar. İyi bir şey, eminim. Kızlar için ayrı erkekler için ayrı tuvaletleri var. Ve Brahms indirirler çocuğun kafasına, Schubert indirirler, o çelikten yumruk Beethoven'i indirirler, henüz kavrayamayacağı bir yaşta, ve hatırlar bunları, korunmasız gövdesine indirilen bu yumrukları, ve daha isyan edip caza yönelir. İsyan edip caza yönelmek çok daha kolaydır başka bir ülkeye ya da tanrıya yönelmekten. Daha güvenlidir, daha ucuzdur ve neredeyse hiç risk taşımaz. Biliyorlar bunu; planlanmış; verirler onlara cazı. Bizim piçe cazı önce verseler, daha sonra Beethoven'e yönelecek ve o zaman ortalık karışacaktır, tehdit. Yavrum, onlar biliyorlar ne yaptıklarını. Barış diye bir şey olmadı. Şimdi de onu futbol sahasına salar ve birilerini devirmesini söylerler. Onu biraz daha sınırlamak için bir şeyler daha anlatıp işe koşarlar - ki o da barış değildir. Uyusun, yemek yesin, alışveriş yapsın diye bir kaç saat verirler, ama daha çok düzüşsün diye, sistemi sürdürecek bebeler yapsın diye, sonra işe tekrar.
   Zihnine en ufak şans tanınmaz ufaklığın. Sıradan adama, "Savaştan yana mısın yoksa barıştan mı?" diye sorarsan sana, "Barıştan yanayım, tabii ki. Savaş aptallıktır." diyecektir.
   Barıştan yana olduğunu söylüyor fakat barışın ne olduğunu bilmiyor. Hiç bir zaman sahip olmamış.
   Savaş için üretilmiş, onunla birlikte yaşıyor, her kıçını döndüğünde arka cebine uzanan altın-bacaklı bir fahişeyle birlikte yaşar gibi. Sen ne diyorsun, tutkuyla savaşır o, haykırır savaş diye! Fakat barışa aşık olmaz çünkü küçük erkek-bacaklarıyla düşe kalka yürümeye başladığından beri hiç bilmedi ki barışı. Ve her şey o kadar kahrolası korkunçlukta ki bazen öfkeden bardak bardak viskiyi duvarlara fırlatıyorum içeceğim yerde; İnsan'a ve onun kabuk bağlamış körlüğüne söverim sık sık, küçüklüğüne, her şeyi maymun gibi emişine... Yanılıyorum ama. Ne şansı olabilir ki zavallı piçin? Ve ben kim oluyorum da ölçüsünü almaya kalkıyorum? Ey, yıkılmış ve iblisleri kurutulmuş budala, diye çıkışır göbeği yağ tutmaya başlamış ve ikinci çocuktan sonra o topuksuz düz ayakkabıları giyen karısına. 2-3 kez ya da 6 kez işten kovulur, korkuya kapılır. Kafasının içi hava dolu araba sürer ve bir kaç trafik kazası yapar. Taşakları ağrıyıncaya kadar vergilendirilir. Ne kadar çok para kazanırsa kazansın, hiç bir zaman parası yoktur. Bir günden ötekine rahat bir soluk alarak geçemez. Onu deşip şarap şişesini paylaştıkları ara sokağa götürmeye hazır bir boynuz sürüsü hep, ağzı çabuk ve iyi laf yapmıyorsa şayet. Bu mu barış? Buna mı heyecan duyacak? Sonra, ışıksızlıktan ve yalandan hasta, bir gece eve erken gelir ve karısını (yağ bağlamış göbek falan) doğal gaz sayacını okumaya gelen adamla yatakta bulur... barış mı? -hiç bilmedi ki. Daha başından bir boğa gibi, birine ya da bir şeye ya da bir yere toslamak üzere yetiştirilmişti.
   Yanıt ne? Benim bütün bildiğim şu anda hapiste olmadığım (ki iyi, ve bencilce); fakat frenoloji, hatta Güney'de yaşayan ve ateşi inceleyen görkemli bir boğa gibi şiir yazan dostlarımdan biri gibi bilardo uzmanı bile olmayan biri olarak, tek yanıt insan yetiştirmeye dair mevcut eğitim kaynaklarımızı daha az dışlayıcı ve daha çok seçim tanıyan bir alana kaydırmaktır diyorum... daha çok seçim... tanrı, lider, ülke... müzik, aşk, spor, şamata, içki, nutuk... demek istediğim şu ki, deniz dizlerimize ulaştı ve bizimle... zamanla... başka şeyleri düşünmek... ekmek, kolay am ve suçlamalar dışında, ;;;; sanıyorum neredeyse çok geç bunun için... belki şu Hidrojen bombası hepimizin ödünü bokuna karıştırmaya yetecek kadar büyüktür ve şeref ve ülke gibi şeylerin hiç bir anlamı olmadığını idrak ederiz -boş bir mabette karanlık ilahiler, ve hala geçit veriyoruz teneke adamlara, zihnimizin teneke adamlarına, muhtemel geleceğimizin teneke adamlarına, bu savaş martavalına kanmaya devam edersek eğitildiğimiz üzere.
   İçimizdeki o büyük şeyin bize söylediği gibi yürümeyi ve konuşmayı öğrenmenin zamanı artık. Daha iyi ve büyük mucizelerin ve onlara dair konuşmanın zamanı, bu kadar uzun zamandır nasıl yanıldığımızı görmenin... bu bir başlangıç, yakarış değil. Barış gerçekleşmekten başka bir şey için yakarmaz.


                        topukluyorum,
                                      barış seninle olsun,
                                                     Charles Bukowski


- ( KAHRAMANIN YOKLUĞU, SAYFA 37/41 )                                                                          

10 Ağustos 2014 Pazar

HÜZÜN

 Hüzün. Hüzün o kadar büyük ki, başka bir şeye dönüşür - bir bira bardağına örneğin - Hüzün bir şeydir, delilik başka bir şey. Bu yüzden odana gider, kıçındaki boku siler ve delirmeye karar verirsin... Sonra ne olur ?
 "KAPI ÇALAR!" Yüzünün yarısını örten tozlu siyah şapkalı bir kadın. Üzerinde yeşil bir pelerin vardır ve külotunun kokusunu alırsın... Sürekli beyaz bir sıvı salgılayan koca bir yarık muhtemelen, atmığı değil saman örtüsünü kast ediyorum ve Bionbion'nın ölmek üzere olan çocuklarına bir bağışta bulunmak istemez misiniz, diye soruyor bana. Hayır, anam, hayır, lütfen... Ooo uyuyor muydunuz? Üzgünüm... Üzül, ama uyumuyordum, anam.

- ( KAHRAMANIN YOKLUĞU )

YATAK

Yatağa girdim - severim yatağı, yatağın insanlığın en büyük icatlarından biri olduğu kanısındayım - çoğumuz orda doğar, orada ölür, orada düzüşür, otuzbir çeker, orada düş görürüz.

- ( KAHRAMANIN YOKLUĞU )

8 Ağustos 2014 Cuma

PASAKLILIK

Buk, kız arkadaşı odasını iyice temizledikten sonra şu satırları yazıyor;

karmaşanın ortasında daha iyi hissediyorum
kendimi,
birkaç ayımı alacak normale
dönmem;
muhabbet edecek bir hamam böceği bile bulamıyorum,
ritmimi kaybettim.
uyuyamıyorum
yiyemiyorum.
    pasaklılığımı çaldılar.

- ( SARHOŞ ÇAL PİYANOYU
     VURMALI ÇALGI GİBİ
     PARMAKLAR BİRAZ
     KANAMAYA BAŞLAYANA DEK, SAYFA: 118/119 )

YOK YOK

siyasete inananlar
tanrıya inananlardan farksızdır:
kırık kamışlar rüzgar
etmiyorlar.

tanrı yok
siyaset yok
huzur yok
aşk yok
denetim yok
plan yok
                                            tanrıdan uzak durun
                                            ve huzursuz olun
                                            kayın.

- ( SARHOŞ ÇAL PİYANOYU
     VURMALI ÇALGI GİBİ
     PARMAKLAR BİRAZ
     KANAMAYA BAŞLAYANA DEK, SAYFA: 112 )

TANRI VE HUZUR

tanrı karmaşadır
deliliktir tanrı
sürekli hüzünlü olmak
sürekli yaşamaktır ölümü.
acı öldürülebilir
yada
hayata tahammül gücü verir
ama huzur hep korkunçtur.
en kötü şeydir huzur
yürümek
konuşmak
gülümsemek,
varmış gibi yapmak.
kaldırımları,
orospuları,
ihaneti,
elmadaki kurdu,
demir parmaklıkları, hapishaneleri,
aşkların intiharlarını
unutma.

- ( SARHOŞ ÇAL PİYANOYU
     VURMALI ÇALGI GİBİ
     PARMAKLAR BİRAZ
     KANAMAYA BAŞLAYANA DEK, SAYFA: 111 )

7 Ağustos 2014 Perşembe

BİR GECE

kendini bir başına
yatak odanda
göbeğini sıvazlar ve
AMAN TANRIM, OLAMAZ, YİNE Mİ
derken bulursun.
oysa bilmeliydik,
belki de pamuk helvası bir talihti
istediğimiz, inandık belkide.
ne saçmalık, köpekler
nasıl inanırsa öyle
inandık.

- ( SARHOŞ ÇAL PİYANOYU 
    VURMALI ÇALGI GİBİ
    PARMAKLAR BİRAZ
    KANAMAYA BAŞLAYANA DEK , SAYFA: 107/108 )

ESKİ SEVGİLİ

ve bana başka biriyle şanslarının yaver gittiğini
ve mutlu olduklarını söylediklerinde
hoşuma gidiyor.
beni atlattıktan sonra
bütün mutlulukları hakediyorlar.
hayat çok güzel daha görünüyor onlara
benden sonra..

- ( SARHOŞ ÇAL PİYANOYU 
    VURMALI ÇALGI GİBİ
    PARMAKLAR BİRAZ
    KANAMAYA BAŞLAYANA DEK , SAYFA: 102 )

ŞİŞE

Şişenin sadakatinden şaşma, dedi,
Şise asla yalan söylemez..

- ( SARHOŞ ÇAL PİYANOYU 
    VURMALI ÇALGI GİBİ
    PARMAKLAR BİRAZ
    KANAMAYA BAŞLAYANA DEK , SAYFA: 46 )

YAZIN ADAMLARINA NOT

Nereye gidersen git yanında bir
not defteri bulunsun, dedi,
ve fazla içme, içmek duyguları köreltir,
şiir dinletilerine katıl, nefes aralarına
dikkat et ve sen olduğunda asla
abartma, dinleyici sandığından daha
zekidir ve bir şey yazdığında
yollama hemen, at çekmecene bir
iki hafta dursun,
sonra çıkar ve oku, tekrar çalış
üstünde, tekrar ve TEKRAR,
5 mil uzunluğunda bir köprünün ayakları
kadar sağlam olsun dizlerin,
ve yatağının yanında bir not
defteri bulunsun, geceleyin
fikirler gelecektir sana, bir yere
not etmezsen uçup giderler,
ve içme, her aptal içebilir,
yazın adamlarıyız biz...

- ( SARHOŞ ÇAL PİYANOYU 
    VURMALI ÇALGI GİBİ
    PARMAKLAR BİRAZ
    KANAMAYA BAŞLAYANA DEK , SAYFA: 27 )

6 Ağustos 2014 Çarşamba

BANA AŞKINI GETİR ADLI KİTAPTAN;


- Uysal bir adamım ben, kolaylıkla nedensiz mutlu, hatta aptalca mutlu edilebilirim ve tek başıma bırakılmaktan genellikle hoşnutum. ( Sayfa:108 )

- Yaşamak ölmekten daha çok cesaret gerektirir bazen.  ( Sayfa:151 )

- Şişe sadece şişe ve şişeler sayesinde katlanabildim herşeye.  ( Sayfa:177 )


BİR ZAMANLAR

Bilmiyorum, iyi zamanlardı sanki, güneş sıcak ve sürekliydi ve en iyisi gecelerdi. Karanlık ve ilginç geceler, çünkü içki etkisini göstermiş olurdu ve dünyaya katlanılabilirdi neredeyse..

- ( BANA AŞKINI GETİR, SAYFA:129 )

MAHVOLMUŞ HAYATLAR

 Mahvolmuş hayatlar olağandır bilgeler içinde ahmaklar içinde...
 Ancak o mahvolmuş hayat bizimki olduğunda işte o zaman varırız ihtiyarların, ayyaşların, hapishane kuşlarının, uyuşturucu müptelaları ve benzerlerinin varoluşun menekşeler kadar, gökkuşağı, kasırga ve tamtakır mutfak dolabı kadar olağan bir parçası olduklarının...

- ( BANA AŞKINI GETİR, SAYFA:83 )

4 Ağustos 2014 Pazartesi

PİS MORUĞUN NOTLARI 2

- Yapılacak o kadar aptalca şey var ki aptalca olmayan bir şey yapmaya zaman kalmıyor. ( Sayfa:22 )

- Muhteşem adamlar umutsuz koşullardan doğarlar; budalalar da öyle. ( Sayfa:165 )

- Kadının beni terk etmesini yeğlerim. O zaman hatanın onda olduğunu bilirim. ( Sayfa:168 )

DİN

Bukowski,  Karl Marx'ın " Din halkın afyonudur " adlı tanımına şu şekilde cevap vermiş:

 Din " halkın afyonu " falan değildir. Fıstık ezmeli bir sandviçtir. Beyaz ekmeğe sürülmüş.

- ( PİS MORUĞUN NOTLARI 2, SAYFA:167 )

TEK KAYBEDEN

Hayatıma giren bütün kadınlar aynı kadının tekrarı sanki; yakınmaları diğerlerinin yakınmalarına benzer ve aynı derecede gerçekçiydi. Bu yüzden onları sadece oral yetenek, mutfak çalışması, sadakat ve benzeri konulardaki becerileriyle kıyaslayabiliyorum. Ve onları bu ölçütlere göre sıraladığımda bir kazanan çıkmıyor. Bir kaybeden sadece; ben. 

- ( PİS MORUĞUN NOTLARI 2, SAYFA:166 )

İNSAN KARDEŞLER ÜZERİNE

İnsan kardeşlerimi sevmem gerektiğini biliyorum, ama sevmem. Onlardan nefret de etmem; haz etmem genellikle, etrafımda olmasınlar yeter. Yalnızken kendimi daha iyi hissederim...

- ( PİS MORUĞUN NOTLARI 2, SAYFA:165 )


KARANLIK GECE

Güneş doğduğunda sevineceğim ya siz ? Ne kara ve iğrenç bir gece. Bir sardalye konservesine tıkılmaktan farksız. Sizi güldürebilmeyi isterdim. Polisler ölü caddelerde devriye geziyorlar. Pis moruk soluk mavi bir gözyaşı akıtıyor. Benim için yakama takabileceğim bir düğme yapmalılar; ISTIRAP. Belki o zaman gülebilirim...

- ( PİS MORUĞUN NOTLARI 2, SAYFA:99 )

TAHAMMÜL YOKSUNLUĞU

 Bir kadın bir erkeği neden hatalarına rağmen sevemez? Birlikte olmaktır mucize, birlikte olmak ve şefkat göstermek. Birlikte uyumak, ayak temasıyla, bacak temasıyla.. Uykuda ve birlikte olmak.. 
 Sadece güçlüler yalnız yaşayabilir, güçlüler ve benciller.

- ( PİS MORUĞUN NOTLARI 2, SAYFA:80 )

SIR

Hayata dair bir sır varsa, oda denememektir. Bırak sana gelsin; kadınlar,köpekler, ölüm ve yaratı..

- ( PİS MORUĞUN NOTLARI 2, SAYFA:77 )

ÇOK ACIDIĞINIZDA

Acı katlanılmaz hal aldığında yapılacak üç şey olduğunu öğrendim. Sarhoş ol, kendini öldür veya gül. Ben genellikle sarhoş olurum ve gülerim..

- ( PİS MORUĞUN NOTLARI 2, SAYFA:54 )

KADINLAR VE AŞK ÜZERİNE

Kadın her zaman erkeğin özünü bulmak, onu evcilleştirmek, yoğurmak ister; bilge erkekler kadına özünü asla göstermez. Ona bir ışık patlaması sunar, sonra kapanır, kendine döner yine. Kadın çocuk yetiştirmeye önce erkeği evcilleştirerek başlar. Aşk bencilliğin bir biçimidir. Aşk korkakların pes etme mazeretidir.

- ( PİS MORUĞUN NOTLARI 2, SAYFA:16/17)

PİS MORUK İTİRAF EDİYOR;

- Kapris kasveti bilgi boyutuna taşır. ( Sayfa:31 )

- Ölüleri geceleri sessiz tekerleklerin üzerinde yuvarlandı. Anlar anıların üzerine dökülürken, hayat, kuru yapraklar misali eksilir giderek. ( Sayfa:31 )

- İnsan ne kadar güçlüyse o kadar yalnız yaşar. ( Sayfa:58 )

- Gördüğüm hayallere karşı serinkanlı ve zeki bir yaklaşım sergilemeyecek kadar çok fabrikada çalışmış, kodes görmüş, ve ucuz şarap içmiştim. ( Sayfa:69 )

- Sıradan insan hayatını sessiz bir çaresizlik içinde sürdürür. ( Sayfa:133 )

- Yırmı yıllık ziyanı nasıl anlatır ki insan? Bir saniyede. Çok kolay... Yıllar harcanmak içindir. ( Sayfa:208 )

- Hayatta asıl önemli iki şey, unutmamak gerekir ki, acıdan kaçmak ve geceleri iyi uyumaktır. Öyle değil mi? ( Sayfa:240 )

- Tuzaklara dayanmak istemiştim; solumda şarap şişesi ve sağımdaki radyoda mesela, Mozart çalarken daktilonun başında ölmek. ( Sayfa:252 )

KÖTÜ FİLM

Sıkılmıyordum o barda, ama hiç bir yerde sıkılmam ben. Yalnızlık da çekmem. Bunalıma girerim, intiharcıl olurum ama bu yalnızlık çekmekle aynı şey değil. Yalnızlık çekmek demek birine ihtiyaç duymak demek. Ben ihtiyaç duymuyordum. Tek isteğim beni boğmamalarıydı. Ne işim vardı bu tiplerle barda? Seyrediyordum onları. Kötü bir filmdiler ama başka filmde oynamıyordu. Ve ben bir aktör olarak benim rolüm gerçekten pespayeydi.

- ( PİS MORUK İTİRAF EDİYOR, SAYFA:184 )

TELEFON OPERATÖRÜ

Bu çocuklar, sırf bende şarap içip sabahın üçünde birilerini arıyorum diye ruh ikizlerini bulduklarını sanıyorlar. Benden daha özgün olmak zorundalar. Bir keresinde korkunç sarhoş olduğumu ve arayabileceğim kadın kalmayınca telefonda saati bildiren operatörü arayıp 5-10 dakika kadar sesini dinlediğimi hatırlıyorum:
- " Saat şimdi 3:32 ve 20 saniye, 3:32 ve 30 saniye. " Ve o kadının nasıl bir sesi olduğunu biliyorsunuz.
 Bir daha ki sefere beni aramayı düşündüğünüzde zaman operatörünü arayın ve otuz bir çekin, çekebilirseniz.

- ( PİS MORUK İTİRAF EDİYOR, SAYFA:150 )

AYLAKLIK

 Kokain çek, esrar iç. Hepsi geçiyordu ve tekrar dünyaya girmek zorunda kalıyordum. Dünya hep oradaydı etki geçtiğinde. Keşfettiğim tuhaf gerçeklerden biriydi bu. Her çıkışın bir inişi vardı ve bir şekilde devam etmek zorundaydı ve bu zordu, çünkü indikten sonra doğal kanallarda iş görecek halin kalmıyordu - sevkiyat memuru, komi, bulaşıkçı, araba yıkayıcısı.- Hele birde sabıka kaydın varsa, daha da zor.
 Cehennem her yerde fink atar...

- ( PİS MORUK İTİRAF EDİYOR, SAYFA:110 )

YILLAR SONRAKİ BİR İTİRAF

Bu itirafı bir melodram haline getirmek istemiyorum; bende herkes kadar severim gülmeyi. Yada geriye dönüp bakınca gülünç belki; yatakta yüzükoyun yatmış onların ( burada anne ve babasından bahsediyor ) horlamalarını ve düzüşmelerini dinliyor ve içimden, " 1.40 boyunda bir çocuğun ne şansı olabilir ki ? " diye geçiriyordum. Şimdi 1.80 boyundayım ve başka canavarlar aldı babamın yerini.

- ( PİS MORUK İTİRAF EDİYOR, SAYFA:97 )

BİR ŞİŞE VOTKA DAHA

Bir çişe votka daha açacağım, çişe değil şişe. Siz açın ben içeyim. Ve iskemlenizden devrilmeden benim kadar yazmaya çalışın. Bu arada takma bıyıksız sanatı yaşamaya çalışmanın umutsuzluğunu anlayıncaya kadar cehennemin dibine kadar yolunuz var. Biliyorum, biliyorum, bu yaşamak değil. Bu değil yaşamak; başım kayaların üzerinde yuvarlanan bir hindistan cevizi gibi ağrıyor ve bütün sarışınlar yaşlı ve yapraklar hışırdıyor ayaklarımın altında.

- ( PİS MORUK İTİRAF EDİYOR  )

UYKUYA DAİR

Neden hep uyku istiyorlar ? Bu insanlık dışı dünyaya neden gözlerimi kapatmak zorundayım ? Bir şarkı düşlüyorum... Nasılda horluyorlar ay yüzlerini ölüme boyarken... Sabaha hepsi uyanacak ve kaşınıp küfredecekler martılar solgun gözlerine dalmak için dolanırken.

- ( PİS MORUK İTİRAF EDİYOR, SAYFA:31) 

SENİ SEVMEK

Seni sevmek dondurucu bir havada bir çift eldiven giymek kadar kolay.

-( PİS MORUK İTİRAF EDİYOR, SAYFA:6 )

BUKOWSKİ'DEN İNSANLAR ÜZERİNE

Ben hep yalnız biri olmuşumdur. Bağışlayın, kafadan biraz kontağım galiba. Ama arada sırada ayaküstü yapılan bir düzüşmeyi saymazsak, dünyadaki bütün insanlar yok olsa umurumda olmaz. Evet, hoş değil, biliyorum.. Ama bir sümüklü böcek kadar hoşnut olurdum; beni mutsuz eden insanlardı sonuç olarak.

-( SIRADAN DELİLİK ÖYKÜLERİ, SAYFA:151 )

SIRADAN DELİLİK ÖYKÜLERİ ADLI KİTAPTAN;

- "Yazmak seni seçer, sen yazmayı seçmezsin" (Sayfa:41)

- "Kadınımı çal ama viskime dokunma" ( Sayfa:45 )

- Dibe vurduğunu sanıp bir dip daha olduğunu keşfedebiliyordu insan. ( Sayfa:115 )

- Riske girmemek, kaybetmemek, aynı yere dönmemek sadece ölülere mahsustu. ( Sayfa:116 )

- Tuhaf: bazen düzüşmemek yarım yamalak bir düzüşten daha iyiydi. Yanılıyorda olabilirim, genellikle yanıldığım söylenir.. ( Sayfa:116 )

AMERİKALI OLMAK

Bir perşembe akşamı bir Meksika barında bir Amerikalı olmak hiç de kolay değildi. Boğa güreşlerinin bile içine etmişti Amerika; her şeyin içine ediyorlardı.

-(SIRADAN DELİLİK ÖYKÜLERİ ADLI KİTABINDAN , SAYFA : 93) 

BUK'UN ÖYKÜLERİ ÜZERİNE YORUMU

Bu sadece bir insanın öyküsü, bir insanın bakış açısı.. Okumayı sürdürürseniz bir sonraki öykü daha iç açıcı olur belki. Umarım olur...

-(ÖLÜLER BÖYLE SEVER ADLI KİTABINDAN)

3 Ağustos 2014 Pazar

SICAK SU MÜZİĞİ ADLI KİTAPTAN ALINTILAR

- İnsan evrenin kanalizasyonudur.

- Atlar, insan üstüne bahis oynamayacak kadar zekidir.

-Acı çekmek için ayyaş olmak, bir kadın tarafından sıfırlanmak gerekmiyordu ama acı çekip ayyaş olunabilirdi.

-Sayfa 140; Barda geçen bir sohbette:

-Bayağı olumsuz birisin. Tanrıya inanmıyormusun ?
+Senin inandığın tanrıya inanmam.

DİBE VURUŞ

Bir gece, sıcak bir salı gecesi o ayyaş sen oluverirsin, sensin o ucuz pansiyon odasında olan, ve daha önce o odalarda olmanında bir yararı olmaz. Daha da kötüdür hatta. Bir sigara daha yakmaktan, o sıvası dökük duvarlarda bir çift göz, bir çift dudak aramaktan başka birşey de gelmez elden.
            Erkeklerle kadınların birbirlerine ettikleri insanın idrak gücünü aşıyordu.. 

-CHARLES BUKOWSKİ (SICAK SU MÜZİĞİ ADLI KİTABINDAN)

YALNIZ OLMAK

Ama dediğim gibi bir gün gelir heyecan biter. Ya ayrınılır yada duygu olmaksızın devam edilir.
  Yalnız olmak en iyisidir bence.

-CHARLES BUKOWSKİ (ÖLÜLER BÖYLE SEVER ADLI KİTABINDAN)

AŞK ÜZERİNE

Bir önyargı biçimidir aşk. İhtiyaç duyduğun şeyi seversin, sana iyi bir duygu veren şeyi, işine geleni... Dünyada tanıyabilsen daha çok seveceğin on kişi varken birine aşık olduğunu nasıl söyleyebilirsin?

  Ama asla tanıyamayacaksın o insanları...

-CHARLES BUKOWSKİ ( SICAK SU MÜZİĞİ ADLI KİTABINDAN)

BLOG'UN MANİFESTOSUNU İÇERİR

Bu blogdaki bu ve bundan sonra gönderilecek tüm gönderiler Buk'un ruhu adına olacaktır. Bukowski'nin kaleminden çıkmış ve hayata dair görüşlerini, cümlelerini, yakarışlarını anlatan tüm yarattığı eserlerden alıntılarını burada okuyarak takip edebileceksiniz. Ve bunu yaparken elinizde bir şişe olmasını şiddetle tavsiye ederim, bitti..